“Can çıkar huy çıkmaz” derler ya bizimki işte tam da böyle bir durum. Türkiye'de insanlar geleneksel olan ne varsa onu seviyor. Tek kelimeyle tutucuyuz, neredeyse değişime kapalıyız...
Yazı: Prof. Dr. Can Bilgili
Yaşam biçimlerinde, en ufak tercihlerde bile bunu görmek mümkün. Bırakın politik fikirleri evde bir koltuğun yerini değiştirmek bile büyük olay... Ne kadar aptalca gelirse gelsin ne kadar gereksiz görünürse görsün geleneklerden, batıl inançlardan vazgeçemiyoruz. Isırgan otunu kapımıza asmaya, nar patlatmaya, kahve fincanlarında gelecek aramaya, hacı hoca yalanına kanıp muska yazdırmaya devam ediyoruz. Hem de bu yüzyılda... Dünya hızla değişirken alışkanlıklarımızdan gram şaşmıyoruz. Saçımızı bile hangi yöne tarıyorsak o yana taramaktan vazgeçemiyoruz.
Statükocuyuz vesselam. Her türlü değişime karşıyız, kurulu toplumsal düzenin, öteden beri süregelen ne varsa her şeyin olduğu gibi sürmesini istiyoruz. Eskiye sadığız. Geçmişte yaşanmış olanlar ne olursa olsun, bunlardan dolayı ne kadar zarar görmüş, canımız yanmış olursa olsun "kalıplaşmış", "sorgulamayan", "bağnaz" bir düşünüş biçiminin adeta esiriyiz.
Eh kabullenmesi zor bunları, anlıyorum ama düşünün bir hele... Büyük değişimleri geçtim hangimiz hayatında sıradan konularda bile bir değişiklik yapmayı kolaylıkla benimseyebiliyor? Böylesi konularda düşünmek için küçücük bir zaman bile ayırmadığımıza bahse girerim!
Allah’tan dünyanın bir yerlerinde, gelişmiş ülkelerinde insan davranışları ve nedenleri üzerine çalışma yapan bilim insanları var da bazı konularda fikir sahibi olabiliyoruz.
Ne mi yapmışlar?
İnsanın kişilik özellikleri üzerine araştırma yapmışlar, tasnif edip kişilik ve davranışlar arasındaki ilişkileri yorumlamışlar, tanımlamaya çalışmışlar.
Kişilik türleri konusunda yapılmış bilinen en eski çalışma, MÖ 5’inci yüzyılda Yunan hekim Hipokrat tarafından yapılmış. Hipokrat, bedenin 4 farklı sıvı ya da salgı bulundurduğunu söyleyerek bu salgılardan her birinin belli bir duygu ve davranışlara kaynaklık ettiğini öne sürmüş. M.Ö. 2’nci yüzyılda ise başka bir Yunanlı hekim olan Galen, Hipokrat’ın yaptığı bu çalışmaları ilerletmiş. Bireyin bedeninde hangi salgının kişilik üzerinde daha baskın olduğuna odaklanmış ve bunları bazı mizaçlarla ilişkilendirmiş. Düşünün milattan önce diyorum... Sonrası insanlık tarihinde karanlık, despotik, feodal yüzyıllar. Ta ki aydınlanma devrimine kadar...
Ve yine zaman içinde beden yapısı ile mizaç ve kişilik arasında ilişki kuran çok sayıda çalışma üretilmiş. Konuyla ilgili araştırmalar yapan bazı bilim insanları kişilik özelliklerini davranışları belirleyen eğilimler olarak görmüş.
Bunlardan biri olan Amerikalı psikolog Gordon Willard Allport kişilik özelliklerini üç boyuta indirgeyerek bunları “başlıca özellikler, merkezi özellikler ve ikincil özellikler” olarak sınıflandırmış ve bir bireyin davranışının en kritik belirleyicisinin çevresel koşullardan ziyade kişilik yapıları olduğunu belirtmiştir. Kişilik özelliklerine ilişkin kuramların çoğu Allport’un görüşlerinden etkilenmiştir.
1936 yılında insanı niteleyen sözcükleri tespit etmek için H.S. Odberg birlikte çalışan Allport İngilizce sözlüğü tarayarak insan kişiliğini niteleyen tam 17.953 sözcük ortaya çıkarmıştır. İkili daha sonraki çalışmalarında kalıcı olduklarını düşündükleri 4.504 sıfatı içeren kişilik tanımlayıcı bir sözlük oluşturmuştur.
İşte bu çalışmalar psikolojide uzun yıllara dayalı deneysel araştırmalar neticesinde kişiliğin temel faktörlerini değerlendirmek amacıyla geliştirilen ve “Büyük Beşli, Beş Etmen Modeli veya Beş Büyük Faktör Kuramı” olarak anılan Beş Büyük Kişilik Özelliği üzerine çalışmanın ortaya çıkmasına kaynaklık etmiştir.
Konu ilk olarak 1933 yılında Amerikan Psikoloji Birliği için yapılan başkanlık konuşmasında L. L. Thurstone tarafından dile gelmiş ve sonrasında Thurstone'un yorumları, bir sonraki yıl yayınlanan Psychological Review dergisinde basılarak gündeme girmiştir.
Süreç birçok bilim insanı ve araştırmacının katılımıyla gelişerek ilerlemiştir.
İngiliz ve Amerikalı bir psikolog olan Raymond Bernard Cattell 1940'larda Allport-Odbert tarafından hazırlanan listeyi yeniden gözden geçirerek psikolojik araştırmalardan gelen bazı terimleri eklemiş ve sonrasında eşanlamlıları eleyerek listeyi 171'e indirmiştir. Araştırmalarında tanıdığı denekleri bu sıfatlar için oylamaya davet eden Cattell sonuçta "kişilik küresi" olarak adlandırdığı, 35 büyük kişilik özelliğini belirlemiştir. Buradan hareketle kişilik testleri hazırlamış ve uzun süren çalışmalar sonunda 16 büyük kişilik etmenini oluşturmuştur.
1961 yılında, iki Amerikan Hava Kuvvetleri araştırmacısı, Tupes ve Christal, sekiz büyük örnekten gelen kişilik verilerini incelemiş ve Cattell'in kişilik ölçeğini temel alarak, 5 tekrar eden etmeni belirlemişlerdir. 1963 yılına gelindiğinde ise Amerikalı psikolog Warren Norman bugün kullanılan beş faktörlü kişilik özelliklerine en yakın olan çalışmayı ortaya koymuş, araştırması sonucunda “dışadönüklük, uyumluluk, sorumluluk, duygusal dengelilik ve deneyime açıklık” olarak kişilik ile ilgili beş faktöre ulaşmıştır.
Lewis Goldberg, Naomi Takemoto-Chock, Andrew Comrey ve John M. Digman adlı dört araştırmacı 1981 yılında Honolulu'da bir sempozyumda o günün kişilik özelliklerini incelemiş ve en fazla güven veren testlerin, Warren Norman'ın 1963'te keşfetmiş olduğu beş faktörlü kişilik özellikleri olduğu sonucuna varmışlardır. Bu gelişme, beş etmen modelinin kişilik araştırmacıları arasında büyük ölçüde kabul görmesiyle ve aynı zamanda NEO PI-R beş etmen kişilik envanterinin Costa ve McCrae tarafından 1985'te yayımlanmasıyla sonuçlanmıştır.
Beş Faktör Kuramı ya da Beş Etmen Modeli, kişilik özellikleri ve davranışlar arasındaki ilişkilerin sistematik bir şekilde incelenmesini sağlayan önemli bir kuramdır ve kişiliğin beş faktörüne dayalı genel bir tanımlamayı mümkün kılmaktadır.
Model, bir psikoloji kuramından ziyade insanların birbirini anlamak için kullandığı en doğal araç olan dile dayandığı için diğer kişilik kuramlarından farklılık göstermektedir. Bütün bu çalışmalar aslında bize insanların değişime ne kadar açık olduğu hakkında fikir vermesi nedeniyle önemlidir. Modelle ilgili çok sayıda yayını bulabileceğinizden alan uzmanları kadar ayrıntıya girmiyorum.
Buraya kadar gelişimini de anlattığımız beş faktör kişilik kuramı “dışadönüklük/içedönüklük, yumuşak başlılık–uyumluluk/antagonizm–uyumsuzluk, sorumluluk-güvenilirlik/sorumsuzluk, duygusal denge/nevrotiklik ve deneyime açıklık –zekâ/tutuculuk” özelliklerinden oluşuyor.
Büke Kaleli ve Bahar Yalçın’ın yaptığı akademik çalışmadan hareketle aktardığım bu sınıflandırmada yer alan “deneyime açıklık-zeka/tutuculuk” başlığına dikkatinizi çekmek istiyorum. Zira yazımızın da önemli kısmını bu başlık oluşturuyor.
Yine aynı çalışmada dile geldiği üzere deneyime açık olan bireylerin özellikleri açıklanıyor. Bu bireyler hayal gücü geniş, meraklı, yeni fikirlere açık, yeni fikirler üreten, kültürlü, sanat dahil pek çok ilgi alanı olan, estetik bakış açılarına sahip, yaratıcı, maceracı ve cesur, analitik düşünen ve gelenekselliği sorgulayan bireylerdir. Olayları farklı açılardan görüp değerlendirebilen, meraklı olmaları nedeni ile öğrenmeye açık ve istekli, araştırmacı; geniş hayal gücüne sahip olmaları nedeni ile yaratıcı olan; farklı, sıradan olmayan fikirlere sahip, yeniliklere açık kişiliklerdir.
Bu faktörün karşıt ucunda bulunan, tutucu bireyler ise; geleneklere bağlı, sosyal baskılara uyan, maceracı olmayan, alışılmışın dışına çıkmayan, yeni olan bir şeydense bildiklerini tercih eden, yaratıcı olmayan, hayal gücü olmayan, risk almaktan kaçınan, farklı görüşleri kabullenmeyen, sabit fikirli, değişime karşı direnç gösteren kişiliklerden oluşuyor.
Hadi bakalım, bu özellikleri şöyle bir düşünün. Önce kendinizi ve sonra etrafınızdaki kişilikleri, ilişkiler üzerinden bir değerlendirme yaparak gözden geçirin.
"Yok ben öyle değilim", "Yo ne alakası var" diyerek kimse kendini kandırmasın. Oranlar farklı olabilir ama bildiğiniz tutucuyuz.
Sonra “neden değişemiyoruz, neden hep böyle gidiyor her şey” diye söylenip durmayın. Ama şunu da bilin ki hayat değiştirir, zaman değiştirir... Mecbur bırakır. Dolayısıyla da hep kırılarak değişmeye mahkumuz, bu da bizim acı gerçeğimiz...
Comentários