Epictetos kalbin konumu için ne güzel demiş: “Bizi yozlaştıran ve ele geçiren şeylerin sadece zenginlik ve itibar tutkusu değil aynı zamanda huzura, tatile, seyahat etmeye ve öğrenmeye olan tutkumuz olduğunu unutma. Önemli olan söz konusu dış etkenin ne olduğu değildir. Bizi asıl ele geçiren şey ona verdiğimiz değerdir. Kalbimiz neredeyse, hayatımızın engeli de oradadır.”
Yazı: Bahar Sar
İlk döktüğümüz gözyaşı annemizden ayrılıp ciğerlerimize oksijenin ilk girişiyle canımızın yanması mıdır?
Sonuncusu ne olacak? Sevinçten ağlayanınız oldu mu?
Yaşamımız boyunca değer verdiğimiz şeyleri neye göre belirlediler ve belirledik ve belirlemeye çalışıyoruz?
Anne-baba kasetinden sıyrılabilenleriniz varsa, o kasetleri imha edebildiyseniz dünyaya daha açık ve direkt bakabilme cesaretini de bulmuş olmalısınız.
Kan bağından güçlü bağlar kurulabildiyse ömrünüz perçinlenmiş gövermiştir bile.
Ömrümün şu dengine kadar mekân mekân şehir şehir gezdim. Ülkeler ayırt ettim, kiminde yaşadım.
Dengimi bulabildim mi?
Emin değilim hatta bilmiyorum. Zaman hala maskeli.
Ya sizin maskeleriniz? Size karşı takılan ya da sizin kullandıklarınız? Neyi gizliyoruz biliyor musunuz? Bizi bağlayan “e” bağlı olduğumuz düsturların, zaaf diye nitelenip manipüle edilmeye çalışılan sevdiceklerimizin, sevecenlerimizin ve kendimizin, hepsinin onurunu, gururunu ve bütünlüğünü. Korumak için gizlemek gerek, yaşam bana bunu öğretti. Korunmak için gizlenmek gerek, ömrüm ve deneyimlerim boyunca şu yaşıma kadar sevdiğimi dile getirdiğimde acıyan acıtılan canım, sevdiğim şeylere verilen zarar ve benden alınan rehinlerle hercümerç bir kaos.
Kaos bir düzen değildir. Düzenin habercisi de değildir. Hepimiz çeşitli hatalar yaparız. T.S. Elliot şöyle der: "Hata yapanı affedecek kadar iyi olun, hatanın işlendiğini unutacak kadar aptal olmayın."
Zekâ, yüreğin gölgesinde kaldığı için mi mutsuzuz ya da mutsuzsunuz ya da mutsuzlar?
Kalbimi böldüm, tek bir yer tek bir kişiyle bağlı değilim. Zihnimi de üleştirdim aralarında çünkü birini bilen ve zarar vermeye beni manipüle etmeye çalışan kişi diğerinden bihaber olacaktır eninde sonunda: Zarar vermeye odaklı insan kendi onurunu ve şahsiyetini gölgeler, bunu yaparken ayrımında olamayacak kadar kindarlardan Tanrı bizi korusun.
Yozlaşma konusunda: İtibar dediğiniz, zigzaglı bir dünyada iniş ve çıkışlarınızla edindiğinizi ve sürekli sizinle kalacağını zannettiğiniz titr-mevkilerse gerçekten çok naif ve kendinize zarar verir bir durumdasınız fikrimce.
İtibar soydan, titrden gelmiyor. Nietzsche der ya hani "Az felsefe tanrısızlığa, derin felsefe Tanrı'ya götürür" diye. Siz de kendinizi bu kuru sıkı düşünceler ve sanılarla itibarsızlaştırıyorsunuz aslında.
Ne kadar gülünç!
Ne kadar acınası!
Ne kadar da vulgarsınız, bir bilseniz bu tutunduğunuz şeylerle, kendinize acırsınız, benim bazılarınıza acıdığım gibi.
Kibir değil, ciddi manada merhametten.
Kendimi yüceltme değil, azımsamaktan dolayı merhametle yaklaşmaktayım ey okur.
Kapsanmış ele geçirilmiş durumdayız. Nihayetinde: aşk-dostluk-sıla-gurbet… Aklınıza gelebilecek kalbinizi bağladığınız her şey bizi kapsıyor ve esir ediyor, at gözlüğü takmışlık burada başlıyor.
Kimse hayran olunası değil, aklımızdan çıkmayan ve sizin de şu anda düşündüğünüzü aklınıza getirdiğinizi umduğum özel insan dışında.
Öyle özel insanlar, bağlılıklarını gizleme gereği duymadan ilkeleriyle ve düsturlarıyla var oldular, onlara yaşama ve tutunma ve kitleleri etkileme kotarma gücünü veren buydu.
Bülent Ortaçgil diyor ya, " Bu su hiç durmaz" diye. Biz akışımızı kendimiz ketliyoruz.
Önümüzü açalım. Ruhumuzu zihnimizi ve kalbimizi, temas ettiklerimizi evrenselleştirme çabasıyla belki biraz mümkün olur.
Engelleri aşmaya var mısınız?
Varsanız, rotamız kalbimizin asıl konumunu bulmaya doğru.
Selametle, aynı takada olanlar.
- Takalar geliyor allı yeşilli, takalar geliyor etekleri nazlı- (Bülent Ecevit)
Sevgiler.
Comments