ABD ve SSCB arasındaki iki kutuplu güç savaşının sona ermesi ve duvarların yıkılması sonunda kapitalizm yeni vaatlerle gelmesine karşın bugün yaşadığımız dünyada, sosyal medya üzerinden yeni duvarların var olduğunu görüyoruz.
Yazı: Bülent Yurtdaş
İkinci Dünya savaşı sonrasında başlayan kutuplaşma, soğuk savaş yıllarında Doğu-Batı arasında sınırların keskin ve net olarak çizilmesine sebep oldu. Bunun en belirgin örneği Doğu Almanya ve Batı Almanya arasında yer alan ve filmlere konu olan 1961 yılında yapılan ve 1989 yılında yıkılan meşhur “Berlin Duvarı” idi.
Mihail Gorbaçov tarafından başlatılan ve ülkenin ekonomik problemleri için reform anlamını taşıyan Perestroyka ve Glasnost sonrasında Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ABD merkezli kapitalizmin giderek dünya geneline yayılması anlamına geliyordu. Bu gelişmenin ülkeleri etkisi altına alması ise kaçınılmaz bir sonun başlangıcı gibiydi.
ABD kapitalizm olgusunu “sınırların kaldırılması, ulus-üniter devlet kavramlarının yerine şirket yönetimi olgusunun getirilmesi, tek dünya düzeni, insanların ve emtiaların özgürce dolaşımı ile halk/birey kavramı yerine müşteri kavramının yerleştirilmesi” olarak lanse etse de hesaba katılmayan bazı detaylar olayların ve kurgunun tamamen farklı yönlere evirilmesine neden oldu.
Amerika’nın hesaba katmadığı ya da tahminlerinin ötesinde gerçekleşen şey ise, özellikle 2000’li yıllarda internetin yayınlaşması ile günlük hayatımızın bir parçası olan “sosyal medya”nın yarattığı etkiydi. Sosyal medya platformları sınırları ve duvarları kaldırmak yerine toplumlar içerisinde yeni duvarlar ve kutuplaştırmalar oluşturarak geldi.
Sosyal medya farklı görüşlerin konuşulduğu ve tartışıldığı ortamlar olmaktan uzak, kendi görüşüne daha yakın kendisi gibi düşünen ve kendisi gibi tepki veren kişileri, haberleri ve grupları bir araya getiren, toplum içerisinde ayrışma, kutuplaşma, anlaşmazlık ve zıtlıkların sulh ile konuşarak aşılması yerine karşılıklı hakaret, hedef gösterme ve aşağılamaları öne çıkaran bir alan olarak işlev gördü.
En tehlikeli olanı ise “Yalan Haber, İtibarsızlaştırma, Dezenformasyon” olgularının giderek günlük hayatımıza yerleşmesiydi. Toplumda kabul edilemez bazı değerlerin zaman içerisinde toplum tarafından gayet sıradan, olağan ve normal olarak kabul görmesi olayları karmaşık hale getirse de bazı kesimler bu durumu kendilerine çıkar ve nüfus sağlamak için kullanır hale geldi.
Siyaset hayatında yer almak, gücü ele geçirmek, gücü kendi çıkar ve amaçları doğrultusunda kullanmak isteyen kişiler için bu durum adeta bir hazine ve bulunmaz bir fırsattı.
İnternet ortamında her ne kadar ülkeler yeni düzenlemeler ile bu olgunun önüne geçmeye çalışsalar da internette mevcut yalan haber sayısı her gecen gün artarak devam ediyor. İster istemez bu durum özellikle eğitim ve gelir seviyesi düşük toplumsal kesimlerde karşılık buluyor. Araştırmak sorgulamak ve doğru/yanlış arasındaki dengeyi gözeterek bir sonuca varmak yerine insanlar dahil oldukları grup içerisinde her söylenin doğru olduğunu kabullenip karşıt görüşleri kökten reddederek durumu daha da vahim bir hale getiriyorlar.
Sanal ortamda yaratılan bu nefret ve hoşgörüsüzlük söylemleri, günlük hayatta insanların en ufak bir anlaşmazlıkta şiddete ya da kaba kuvvete başvurarak sorunları çözmenin en doğal yolu olarak benimsemesi ciddi kaygıları doğuruyor.
Siyasal alandaki gelişmelerde de sosyal medyanın olumsuz etkilerine ve krizlere tanık oluyoruz. 6 Ocak 2021 tarihinde geçekleşen ABD’deki Kongre baskını, 8 Ocak 2023 tarihinde yaşanan Brezilya’daki aynı görüntüler ve son olarak Bolivya’daki başarısız darbe girişimi, şiddetin ne boyutlara ulaştığının en hazin örnekleri...
2016 yılında ABD devlet başkanlığı yarışında Donald Trump’a yakın isimlerin ve trol hesaplarının yaymış olduğu gerçekle alakası olmayan yalan haberler ve Cambridge Analytica’nin ABD’de oy kullananların kişisel bilgileri üzerinden Facebook kullanıcılarına kişiye özel haber üretmesi ve servis edilmesi sonucunda seçim sonucunun etkilenmesi ve ardından Donald Trump gibi bir kişinin ABD Devlet Başkanlığı koltuğuna oturmasıyla ülkenin aşırı sağa savrulması; bu girdaptan çıkmak için bu kez bir sonraki seçimlerde Joe Biden’ın kıl payı farkla başkan seçilmesi sosyal medyanın yarattığı sonuçlar bakımından hem düşündürücü, hem de ibret verici bir örnektir.
Donald Trump seçilmeden önce ve sonraki sosyal medyada yer alan yalan ve asılsız haber istatistikleri durumun vahametini, Trump’ın yarattığı bu canavarın ABD topraklarında suikast girişimi ile kendisini hedef alması konunun ciddiyetini bir kere daha göstermektedir.
2018 yılında Brezilya Devlet Başkanlığı seçimlerinde de tıpkı ABD seçimlerinde yaşanan olaylar tekrarlandı ve ülke dört yıllığına hiçbir devlet tecrübesi olmayan, diplomatik teamüllerden zerre kadar habersiz, vizyonsuz birine teslim edildi. Bunun sonucunda ülke tarihinin en büyük orman tahribatına, devletin önemli, kritik pozisyonlarının liyakat sahibi olmayan kişilerce işgal edilmesine, kaybedilen bir seçim sonucunda da darbe girişimine cüret edilmesine kadar birçok olaya tanık olundu. Bütün bu gelişmeler dün gibi hatırlanıyor.
Arjantin’de son seçimlerde iktidarı ele geçiren Javier Milei ise günümüzde kapitalizmin geldiği son noktanın açık bir göstergesi gibi. Organ satışını yasallaştırmaktan Arjantin ulusal parası olan “Peso”nun tedavülden kaldırılması ve ekonominin dolarize edilmesine; eğitim ve sağlık bakanlıklarının kapatılmasından ülkedeki tüm ödeneklerin kesilerek devletin küçülmesine kadar birçok olumsuz gelişmeye neden olan Milei’nin sadece altı ayda yarattığı tahribatın giderilmesi için ekonomistler ülkenin 45 yıla ihtiyacı olduğunu söylüyor.
“Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” unvanlı İngiltere’nin “Demir Lady” lakaplı lideri Margaret Thatcher sonrasında Boris Johnson gibi bir yöne savrulması ve Brexit ile Avrupa Birliği’ne veda etmesi bir anlamda kabuğuna çekilerek tekrar toparlanmak için zaman kazanma hamlesi olarak nitelendiriliyordu. Zira, Almanya Angela Merkel ile tarihinin en parlak günlerini yaşıyor ve bütçesi muazzam miktarda fazla veriyordu. Buna rağmen Almanya’yı ekonomi olarak güçlendiren Merkel’in aniden rahatsızlanarak görevi bıraktığı dönemde “Doğu Alman Köylüsü” sıfatından görevi süresince kurtulamamış olması, sosyal medyada kendini otorite zanneden bazıları tarafından bıkmadan usanmadan dile getirilmesi manidar değil midir? İtalya’nın Berlusconi gibi biri tarafından yıllarca yönetilmesi ve sonrasında aşırı sağa teslim olması da bu açıdan bakıldığında öne çıkan bir örnektir. Avusturya eski başbakanının aşırı sağcı söylemleri ve Avrupa’da özgürlükler ülkesi olarak bilinen Hollanda’da son seçimlerde Geert Wilders’in zafer kazanması dikkat çekicidir. Fransa’da ise, Nicolas Sarkozy ve sonrası ivmenin aşırı sağcı Le Pen’e yönelmesi başka bir ayrıntı olarak tarihe kaydedilmiştir.
Gelişmeler ortaya koyuyor ki Amerika’nın soğuk savaş sonrasında büyük umutlar vaat ederek uygulamaya koyduğu özgür, sınırları kaldıran kapitalizm anlayışı sanıldığı gibi gerçekleşmedi. Berlin duvarı yıkılmasına yıkılmıştı ama dünya ülkelerin kendi duvarları haricinde, toplumlar içinde duvarlar yaratan hoşgörüsüzlüğe, nefrete ve şiddete savrulan yalan ve asılsız haberler üzerine kurulu bir yeni kapitalist toplum düzenine savruldu.
👏👏👏👏👏👏