Bundan Sonra
top of page

Bundan Sonra


Varacağımız yer eninde sonunda buydu. Zaten bunlardan ne beklenebilirdi ki! Değişime, dünyanın gidişatına sırf iktidar hırsı ve şahsi çıkarlar için karşı gelmenin elbette bir bedeli olacaktı. Ama artık bunlara takılmanın bir yararı yok. Olan oldu, bundan sonra devam etmeli, toparlanmalıyız.



Yazı: Prof. Dr. Can Bilgili

 

Tarihte örnekleri gani gani. Tutucu, değişim karşıtı her politik temsil ne gibi sorunlar yaratıyorsa, nasıl bir son getiriyorsa bugün de aynı sorunlarla karşı karşıyayız. Aynı sona tanık oluyoruz. Devletin tüm kurumları çağın dışına sürüklendi, sosyal yaşam, akıl, bilim, kültür ne varsa çağ dışı bir hal aldı...


Halkın aklını bağnaz, sığ görüşlerle boğup, düşünceleri bastırarak gelmekte olan büyük değişimin önünü tıkamak, yaşanması gereken çağı ötelemeye çalışmak nasıl söylesem, en hafifiyle hainlikten başka ne olabilir?


Giderken gördüklerimden daha beterini döndüğümde görmüş olmak, geçen zaman içinde her şeyin böylesi daha kötüye gittiğine tanık olmak insanı kahrediyor gerçekten.


"Ne diyorsun Rasim, nasılsa bekleyeceğiz, şurada bir çay içelim mi?"

"İyi olur doğrusu. Baksanıza boğaz geçişinin açılmasını beklemekten başka çare yok. Bu soğuk havada, bunca yoldan sonra biraz soluklanmak lazım."


Tarihi Haydarpaşa Garı

Bu zorunlu bir dönüş. Lakin sızlanmaya gerek yok. Hayatın akışı bunu gerektiriyor ve artık buradayım. Tekrar başlamalı, öyle ya da böyle devam etmeliyim. Üstelik bundan sonrası için yapılması gereken çok şey var. Şu olan bitene teslim olacak değiliz ya!


Ama manzaraya bakınca bu koşullarda nasıl olur kestiremiyorum? Devlet bitik, ekonomi bitik, moraller bitik…


Tam bir müstemleke kafası her yere yerleşti. Ülke ekonomisi, toprağı, suyu, ekmeği, parası halkının elinde değil artık. Buğdaya muhtaçsın... Demiryolları, limanlar, haberleşme altyapısı, ormanlar, madenler bir bir elden çıktı, çıkmaya devam ediyor. Kontrol kaybedilmiş gibi, bir şekilde egemenlik yok artık. Kendi geleceğimizi kendimiz belirleyemiyoruz, adeta uluslararası güçlerin koyduğu şartlara teslim olundu.


Dünyadaki güç ilişkilerini eski kafayla okuyan bir sarayın da yapabileceği ancak bu olabilirdi işte. Sırf kendi durumlarını kurtarmak için vermedikleri taviz kalmadı. Ama sorsan hepsi ümmet, din, iman, memleket…


Nasıl bir akıl tutulması anlaması zor. Üstelik her şey gözlerinin önünde yaşanırken. Şu teknolojide, bilimde yaşanan gelişmelerin neleri getireceğini öngörmek bu kadar mı zor? Bilinen tüm üretim yöntemleri değişiyor, ekonomiyi belirleyen unsurlar değişiyor, politik yapılar, toplumsal ilişkiler, kurumlar değişiyor. Devletler değişiyor, devletler… Şu kısacık zamanda yaşanan yakın coğrafyadaki gelişmelere bakmak hiç mi akıllarına gelmiyor acaba. Halk iradesini hiçe sayan iktidarlar, güçler birer birer dağılıyor, yıkılıyor.


Ama sorunu köklerde aramalı. Yüzyıllardır maruz kalınan şu “tebaa aklı” değişmedikçe durumun üstesinden gelmek oldukça zor. Yani şurada bile, birkaç saat içinde tanık olduğum, rastladığım insanların hal ve tavırları, hatta konuşma biçimleri nasıl bir uyuşmanın, vasatlığın, zayıf fikirliliğin içine mahkûm kalındığını açıkça gözler önüne seriyor. Düşünme yetileri adeta ellerinden alınmış…


Hürriyetleri yok bir kere. Üstelik hür olduklarını sanarak…


Hürriyetten ne anlıyorlarsa artık! Hür olmayan, hür bir şekilde yaşayamayan insanların olduğu bir memlekette değişim nasıl düşünebilir? Hür olmayan bir halkla değişim nasıl gerçekleşebilir? Devamlı şekilde yoksulluğa mahkûm edilerek bastırılmış, devamlı şekilde düşünmemesi itaat etmesi adına telkinlerle yozlaştırılmış bir halkın gelişmeleri görebilmesi nasıl mümkün olabilir?


Oysa Batı’da yepyeni bir dönem yeniden yükseliyor. Lakin koca bir bürokrasi, devletin tüm kurumları felç geçirmiş gibi gelişmelere hiçbir karşılık veremiyor. Nasılsa halk sessiz, bir talep yok. Bir tepki, en ufak bir muhalefet dahi yeşeremiyor… Saray bürokrasisi, devletin kurumları, herkes hipnoz olmuşçasına tek bir adamın ağzına bakıyor. Meclis desen işlevi yok, emrinde. Tek adam ne dese doğruymuş gibi. Herkes korkuya teslim olmuş. Bu gidişle sonumuz belli. Zaten bu hale de tesadüfen gelmedik…


Bir devlet idaresi düşün, güçlü dünya devletlerine boyun eğmiş, onlarla iş birliği içinde halkın üzerine tüm varlığıyla çökmüş, baskı ve zulümle her şeyi yönetebileceğine inanan kişilerden oluşuyor. Bir devlet idaresi düşün halkının yaşadığı sorunlardan önce o güçlü devletlerin isteklerini, çıkarlarını önemli sayan, onların çıkarlarını kendi çıkarlarıyla birleştirerek iş yapan. Bir devlet idaresi düşün din üzerinden oluşmuş tarikat ve cemaatlerin, ipleri dış dünyadaki şeyhler ve bağnaz çıkar gruplarının kontrolünde. Halimiz tam anlamıyla bu…


Ülkeyi bir sömürü düzenine çevirmek isteyen, adeta düşmanlık güdercesine ülke imkanlarını ele geçirmeye çalışan güçlü devletlere boyun eğip onlarla iş tutarken halka “Osmanlıcılık” propagandası yapan, bunun için yüzyıllardır olduğu gibi yine dini kullanan idarecilerle ülke nereye gidebilir?


Eğer bu adamlar gerçeği biliyor ve kendilerini aldatmıyorlarsa, bunların milleti aldatarak koyun sürüsü gibi bu güçlerin pençesine bırakmaya canla başla çalışmalarına ne anlam verilebilir?


"Sence daha ne kadar bekleriz?"

"Sanırım öğleden sonra geçeriz."

"Bir çay daha söyleyelim mi o zaman?"

"Çok durgunsunuz, canınız sıkkın gibi. Yol yorgunluğunuza veriyorum."

"Nasıl olmasın?"


Belki de hata ettim. Belki de hiç dönmemeliydim. Burada ne kadar çabalarsam çabalayayım olmuyor. Herkes bu büyük akıntının gidişatına kendini kaptırmış. Hep bildik hikayeler…

Şimdi ne değişmiş olabilir ki! En yakın dostlarım, mesai arkadaşlarım, okumuş etmiş aydın geçinenler. Hele bazıları yok mu? Şu düzenden kazandıkları servetten, imkanlardan başka hiçbir şeyi umursamayanlar. Devlet memuriyetinde geldikleri ufacık imkanları kaybetmek istemeyen yahut devletteki ilişkileriyle iyi düzeyde mal mülk edinmiş olanlar. Hepsi sus pus. Ülke nereye gidiyormuş, çöküyormuş, sömürülüyormuş, yoksullaşıyormuş. Hepsi masal onlara göre. Şu zengin tüccarlara gelince. “İngilizler, Amerikalılar yönetse daha iyi olur” diyen o kafalardan ne beklenirdi zaten…


Aynı şeyleri tekrar etmekten geri durmayan, kendi çıkarlarını, beklentilerini, yarınların, milletin, devletin çıkarlarının üstünde gören zihniyetler.


“Yok nasıl olacakmış bu değişim, yok bu halktan adam olmazmış, yok parasız nasıl çözülürmüş bu sorunlar, yok bu güçlerle başa çıkılamazmış, yok işimize bakmalı durumu kabul etmeliymişiz”.


En yakınımda görünenler bile değişimin gerekliliği meselesi açıldığında en iyi olasılıkla beni ikna etmeye çalışıyor, eğer ısrar edersem karşı duruyor, hayalperest olmakla, bu ülkeyi, insanları tanımamakla yargılıyorlar. Kim bilir belki de bazıları deli olduğumu düşünüyordur. Ne diyeyim onlara…


Yahu bu kadar mı acziyet olur, insan bu kadar mı umutsuzluğa yenik düşebilir?


Kartal İstimbotu

"Nihayet tamam, deniz ulaşımı açılmış."

"Geçiş serbest mi şimdi?"

"Evet evet sorun görünmüyor."

"E hadi o zaman ne duruyoruz."






Değişmek lazım. Bunca yaşanan sıkıntı, sefalet değişememekten, değişime ayak uyduramamaktan geliyor. Taassup aklıyla yaşamanın, tutucu fikirlerin kime ne faydası olmuş? Bak Avrupa’ya. Değişmese, aydınlanma, reform süreçlerini yaşamasa bugünkü halini alabilir miydi? Belki de hala krallıkların, kilisenin boyunduruğu altında yoksulluk ve çürümüşlük içinde kalacaklardı.


Bir de bizdeki şu saraya bak. Halk onca sıkıntı içinde boğuşurken, onca gencin hayatı avuçlarından kayıp giderken, duvarlar ardında kurduğu saltanatla, dünyadan bihaber saplantı düzeyindeki fikirleriyle İngiliz’in kuşatması altında bedel ödüyorlar, bedel ödetiyorlar.


Geldikleri Gibi Giderler

"Hala gelmeye devam ediyorlar paşam görüyor musunuz?"

"Görüyorum."

"Bundan sonra ne olur?"

"Gelirler, gelirler ama bir gün de geldikleri gibi giderler."






Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page