Size yeni bir şey demeyeceğim. Ama hatırlatacağım. “Abi sana ne, boş ver gitsin, değişmez”, “ne yani bunu yapınca değişeceğini mi sanıyorsun?”, “uğraşma boşuna, hayatta değişmez” diyenlere iki çift lafım var. Dünya tarihi değişimin tarihidir. İçinde bulunduğumuz zamanlar yeni bir paradigma, değişimin zamanıdır.
Yazı: Prof. Dr. Can Bilgili
Sadece zaman mı değişir sanıyorsun? Toplumlar değişir, insan değişir, yaşam biçimleri değişir, düşünceler, algılar, duygular… Hayatı anlama biçimi değişir.
Çünkü ihtiyaçlar değişir, beklentiler değişir, yarın düşüncesi değişir. Heraklitos’un dediği gibi “aynı nehirde iki kere yıkanılmaz”. İnsan bir tekamül halinde ileriye doğru hayat seyrine devam eder. Benlik değişir, “ben” değişir…
Evrenin tarihi, insanlık tarihi bize değişimin kaçınılmazlığını gösteriyor.
Değişime her zaman ve her dönemde tanık olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Bu sıradan bir konu değil. İnsanlar, toplumlar öyle ya da böyle ama kesinlikle zamanın ruhuna uygun olarak ilerler.
Çünkü var olmak için mücadele veririz, değişimi yapar, yaratır, taşırız. Kendi ellerimizle kurduğumuz toplumsal düzenleri, tapındığımız değerleri de gerekirse yıkar, yeniden yaparız. Var olmak mücadelesi budur, böyle olur… Değişimciler devam eder, statükocular yok olur gider…
“Değişmeyen tek şey değişimdir” diyerek değişimin kaçınılmazlığına vurgu yapan Herakleitos’un yaşadığı döneme bakın. “Karanlık” bir zaman görürsünüz. Bugün yaşadığımız gelişmelere bakarsanız yine “karanlık” anlar görürsünüz. Ama insanlık medeniyet yolunda “aydınlığa” doğru bir yürüyüş gösteriyor. Bunu dışarıdan, geniş açıyla bakarsanız çok daha belirgin bir şekilde görebilirsiniz.
Her şey değişir ama insanın verdiği mücadele değişmez. Elbette yöntemler, araçlar değişir ama mücadele devam eder. İnsanı boyunduruk altına alan, egemen toplum ilişkilerini yaratan, statükoyu ve ezenleri temsil eden sınıflara karşı insanlık onuru için verilen mücadele hep oldu, bu değişmez.
Heraklitos’un zamanında da sırf belli soylardan geldikleri için ayrıcalıklı olan ve yönetici sınıf konumunda bulunan aristokrat kişiler vardı. Bugün de insanlık aynı toplumsal-politik sorunlarla dolu. Bir tarafta toplumsal alanın biçimini, değerlerini belirleyen, insanı boyunduruk altına almak isteyen egemen politik sınıflar, diğer yanda insani nitelikte toplumsal düzenler, insan onurunu, yaşamı korumak isteyen sınıflar… Tabi nitelikleri, işleyişleri o zamanlardan farklı şekillerde. Halk ve aristokrat kesimler gibi temsil sınıfları arasında yaşanan mücadeleler her dönem oldu. Kimi zaman uzlaşmalarla kimi zaman kanlı mücadelelerle…
Heraklitos’un yaşadığı zamanlarda da aristokrat sınıf, efendi olarak yönetimi elinde tutmak istiyor, halk ise özgürlük, insanca yaşama, demokrasi mücadelesi veriyordu. Bugün de konu pek farklı değil. Tabi o vakitler oy verme hakları olmayan köleler de vardı. Bugüne bakarsak pek farklı mı? Sanmam. Etrafınıza biraz dikkatlice bakın. Modern çağın “oy verseler dahi etkisi elinden alınmış” kölelerini görebilirsiniz. Zira egemen sınıfların amaçları hep böyleydi, böyle oldu. Yani mücadele devam edecek…
Heraklitos’un çağında da gücün, zenginliğin ve soylu sınıfta yer almanın yolu “toprak” sahipliğinden geçiyordu. Bugün “sermaye” sahipliğinden geçiyor: kapitalizm. Yani “sahiplik” konusu her zaman toplumsal politik gündem ve sorun olarak devam etmiş. Zira “mülk”e sahiplik ile doğan ekonomi-politik ilişkiler insanların toplumsal düzen içindeki yerlerini, köle mi egemen mi olacağını, neye nereye kadar sahip olabileceğini, neye ne kadar boyun eğeceğini belirliyor.
Yani günümüzde de ekonomi-politik egemenlik ilişkileri insanın insan kalabilme mücadelesinde önemli bir başlık olarak ortaya çıkıyor.
Demek ki insan değişimin biricik kaynağı… Bundan dolayı da günümüzde egemen sınıflar için değişimin kaynağı olan insanın değiştirici niteliğini, değişim talebini bastırmak en önemli konu.
Değişimi önlemek, var olan egemen toplumsal ilişkilerin ve düzenin yürümesini sağlamak için insanın değişim tetikleyicilerini kapatmak, değişim talebini baskılamak bugün ustaca yürütülen yöntemlerle gerçekleşiyor. Kitle iletişim düzeni, araçları…
İnsanın doğasında var olan yaratıcı aklın köreltilmesi, farkındalık düzeyinin zayıflatılması, anlama, görme, bilme yetilerinin sığlaştırılması yani bilincinin elinden alınması egemen sınıfın elinde bulunan kitle ehlileştirme araçları ile yürüyor. Medyası, okulu, din kurumları… Hangisine bakarsan bak, seni statükonun gücüne boyun eğecek şekilde biçimlendiriyor.
Bugünün kitle iletişim düzeninde yer alan gazete, dergi, radyo, televizyon, sinema, sosyal medya, okul, cami, dernek… Hangisi olursa olsun pazarladıkları içerikleriyle seni statükonun boyunduruğuna alıştırıyor, onun emrinde yaşaman için yönlendiriyor. Burada günlük pratiklerde bir değişimden bahsetmiyorum. Yani “abi değiştim işte, çayı artık şekersiz içiyorum” demeniz toplumsal değişimi kelebek etkisiyle tetikleyebilir ama bu yönlü bir değişimden bahsetmiyorum. Politik aklın değişiminden, farkındalıktan, egemen toplum düzenini anlama bilincinizden bahsediyorum. Ve dahası bu bilincinizle yetinmiyorum. Değişim talebinizin tetiklenememe sorunundan bahsediyorum.
Feodal çağı bitiren fabrikayı yaratan düşünsel değişimden, rönesanstan, endüstri devriminden bahsediyorum. Fabrikanın yarattığı toplumu açıklamak için kullanılagelen modernizmin totaliterliğini yıkan post-modernizmden bahsediyorum. Üretim ve tüketim ilişkilerini köklü bir biçimde değiştiren dijital teknolojilerin eseri “meta toplumu”nu yaratan değişimden bahsediyorum. İnsan aklını uyaran, insan düşüncesini etkileyen değişimler…
Değişime direnen tüm statüko güçleri ne kadar çabalarsa çabalasın, değişimin taşıyıcısı insanın içsel tetikleyicilerini uyuşturan, dış tetikleyicilerle bağını koparan tüm gelişmelere karşı zaman işliyor, saatlerin akrep ve yelkovanları dönmeye devam ediyor. Yine yeni bir değişimin, yeni bir paradigmanın eşiğindeyiz. Size uzun uzun dijital teknolojilerin değiştirici gücünü, robotlar dünyasının gelişini anlatmayacağım. Yalnızca teknolojilerle sınırlı bir değişimin olmayacağını, değerlerimizin, sosyal yaşam biçimlerimizin, var olan kurumların ve egemen sınıfsal ilişkilerin köklü bir şekilde değişime uğrayacağını da uzun uzun yazmayacağım. Siz anladınız konuyu...
Bir ayağımızla adımı attık ama henüz içeride değiliz. İnsanlık tarihinde nadir rastlanacak bir sürece tanık olacak nesilleriz. Ya bu değişimin tarafı olacağız ya da karşıtı… Ya bu değişim için bir şey yapacağız ya da sessiz kalacak, karşısında olacağız.
Değişim yolculuğu, önderlerde oluşan farkındalık ne kadar fazla ise o kadar erken, hızlı ve büyük olur .