Piyasa Ama Kimin Piyasası?
top of page

Piyasa Ama Kimin Piyasası?


“Piyasa” kavramı günlük yaşantımızda sıklıkla tanık olduğumuz veya kullandığımız kelimelerden biri. Ekonomik olarak yüklediğimiz birçok anlamın yanı sıra “piyasa etmek”, “piyasaya çıkmak”, “piyasaya düşmek”, “piyasa yapmak” gibi tabirlerle de başka başka anlamları vermek amacıyla telaffuz ettiğimiz olmuyor değil...



Yazı: Prof. Dr. Can Bilgili

 

Kavramın kullanımı çok eskilere gidiyor. Etimolojik olarak (kökenbilim) Venedikçe piàsa "meydan, çarşı, pazar yeri" sözcüğünden alıntı olduğu belirtilen kavram Latince platea "meydan" sözcüğüne karşılık geliyor.


Yani anlayacağınız bugünkü kullanımının da kök anlamından çok uzak olmadığı gayet açık. “Çarşıda, meydanda ya da bir pazar yerinde buluşalım, orada kararımızı alırız” demek piyasa yapmakla aynı anlamı karşılıyor.


Ekonomideki karşılığı bakımından ele aldığımızda alıcı ve satıcıların ihtiyaç duydukları konular kapsamında değiş tokuş için bir araya geldikleri yerdir piyasa. Doğal olarak değiş tokuş konusu ne ise onun hakkında da bir karar ortaya çıkar. Yani “değer” oluşur. Değişim değeri, bir mal için, bir hizmet için ve hatta bir düşünce için belirlenir yani piyasa diliyle bir “fiyat” ortaya çıkar. Alıcı ve satıcı arasındaki müzakere sonucun belirlenmesini sağlar. Yani piyasa aslında alıcı ve satıcı arasındaki müzakerenin serbestçe gerçekleştiği kabul edilen bir yerdir.


Eğer bir piyasadan bahsediyorsak ihtiyaç konusu olan bir şeyin -ki bunlar mal, hizmet ve hatta düşünceler olabilir- ihtiyaç duyanlar arasında serbestçe dolaşımda olduğu ve bunların bir değer karşılığında da değiş tokuş edildiği bir ortamdan bahsediyoruz demektir.

İşte bu eylemlerin sonucunda kullanımı bakımından piyasa kavramı ile başka bir çok kavram daha türer. Piyasa bedeli, piyasa değeri, piyasa ekonomisi, piyasa fiyatı, piyasa kurucu, piyasa yeri, açık piyasa, dış piyasa, peşin piyasa, akşam piyasası, serbest piyasa, sermaye piyasası ve bazıları...


Konuyu ekonomide kullanılagelen terimler bakımından biraz daha değerlendirdiğimizde rekabet açısından, genişliği açısından ve değişime onu olan şeyin yani mal ve hizmetlerin niteliği açısından piyasa kavramı farklılıklar gösterir.


Bugün içinde bulunduğumuz aşamayı insani gelişim bakımından dikkate alındığımızda piyasanın insan özgürlüğü ve politik toplum bakımından bir yeri ve etkisinin olmadığını söylemek mümkün değil. Zaten piyasa aynı zamanda insani gelişmişlik bakımından başat bir aktör, belirleyicidir. İnsanlar arası ilişkilerde ve toplumsal düzende anlaşma kültürünün varlığı demektir, barışla ilişkileri yürütmek demektir. Ekonomi-politik anlamda toplumsallaşma biçimimizi nitelendirir...


Geldiğimiz dünyayı değerlendirdiğimizde ister kapitalist ister sosyalist bir rejim olsun, hangi ekonomi-politik tercihlere sahip olunursa olunsun bir piyasanın varlığından söz etmememiz mümkün değildir. Yani aslında içinde bulunulan politik sistemlerin belirleyicisi olan bir konudan bahsediyoruz. Piyasanın işleyişine ilişkin belirlemeler ekonomi düzeni ve yapılarını, bunlar da siyasal düzenleri, rejimleri belirler.


Toprağa dayalı piyasa düzeninde feodal rejimler egemenken, fabrika üretiminin egemen olduğu piyasa düzenlerinde liberalizm gelişmiş, piyasa soylu sınıfın tekelinden çıkarak serbestleşirken imparatorluklar yıkılmış ve ulus devletlerin gelişimi gerçekleşmiş, piyasaya her kesimden herkesin girişini kolaylaştıran düzenlemeler gelmiştir. Tabi bugünün dünyasında soylu sınıfın yerini almak isteyen sermaye sınıfı efendileri nedeniyle halen bu konuda her şey tam olarak gerçekleştirilebilmiş değil...




Liberal kapitalizmin babası sayılan Adam Smith’in 1776'da kaleme alarak “Toplumların Refahı” adlı eserinde dile getirdiği “Laissez faire, laissez passer!” (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!) sloganının bugünün dünyasında serbest piyasa koşullarının sağlanmasına işaret ettiğini, ama bu serbestliğin de bir başıboşluk olmadığını hepimiz kavrayabiliyoruz artık. Başıboş yani kuralları olmayan, insanı ve toplumsal düzeni koruyamayan bir piyasanın varlığı ancak ve ancak bazı çıkar gruplarına hizmet eder. İşte sermaye sınıfının egemenliğine dayalı kapitalist ekonomi ve politika düzenlerinin yarattığı sorun da burada başlıyor. Piyasaya müdahaleyi ve piyasa üzerindeki baskıyı önlemek, piyasanın taraflarını yanıltıcı, maniple edici her tür etkiden korumak, piyasaya giriş ve eylemlilikte herkesin eşit olabilmesini sağlamak serbest piyasanın en temel koşullarından bazılarını oluşturuyor.


Bir piyasanın işleyişine ilişkin kurallar politik bir toplumda devlet tarafından düzenlenir. Dolayısıyla da devlet adına piyasa düzenlemelerini, yasaları ve kuralları politik alanın egemenleri yani politik temsiller, partiler ile hükümet edenler gerçekleştirir. Bu kurumlar yasalar çerçevesinde denetimleri düzenler ve piyasada, piyasa işleyiş koşullarından, alıcı ya da satıcının muhtemel imtiyazından veyahut da toplumsal güç ilişkilerinden bir şekilde vatandaşların zarara uğramaması kapsamında gerekli önlemleri alırlar. Yani en azından teorik olarak...


Şimdi buraya kadar kavramsal olarak anlatageldiğimiz üzere bir piyasa düzeninde oyun kurucuları, alıcı-satıcı, piyasa eylemlerine ilişkin kuralları belirleyen düzenleyiciler gibi aktörlerin olduğundan, piyasa ortamı ile piyasa değerinin oluşmasını etkileyen başkaca faktörlerin varlığından bahsettik.


Gelelim piyasalaştırma kavramına... Zira esas sorunumuz şu: “Her ihtiyaç konusu piyasalaşmalı mı? Yani ekonomi-politik nitelikte bir değişim konusu olmalı mı? Eğer olacaksa piyasalaşma nasıl olmalı, devlet toplumsal refahı korumak için piyasalaşmayı ne şekilde belirlemeli?”


İhtiyaç konusu olan herhangi bir malın, hizmetin veya düşüncenin piyasa konusu olup olmamasına karar vermek, bir piyasada alınıp satılmasına olanak sağlamak demek onu piyasalaştırmak demektir. Yani piyasada bir değerinin oluşmasına, oluşan bu değerin birileri için bir ekonomi-politik kazanım olmasına izin vermek demektir.


Piyasa bir değerin yaratımı için mal, hizmet ya da düşüncelerin değiş tokuşuna olanak sağladığı üzere buradan hareketle de birileri için istenilen bir ihtiyacın karşılanmasını sağlar. Ama hangi birilerinin? Değil mi ama? Değiş tokuşun gerektirdiği olanaklara sahip değilsen ihtiyacını nasıl karşılayacaksın?


Bu tespitler doğal olarak bizi şu soruna götürmektedir: Bir piyasada özel kişiler menfaatleri için mal, hizmet ya da düşüncelerin değiş tokuşu için hareket edebilirler. Bu değiş tokuşun değerine birlikte karar verebilirler. Yani arz-talep değeri belirler, biri diğerine değeri dayatamaz. İşler rıza üzerine ilerler. Dolayısıyla bu özel ihtiyaçların karşılanmasındaki eylemlere ilişkin piyasa koşullarını tanımlayan düzenlemeleri yapmak yani ihtiyaç konusu olan mal, hizmet ya da düşünceyi piyasalaştırmak iktisadi anlamda devleti ve hukuku gerekli kılar. Dikkat edelim, özel ihtiyaçlardan bahsediyoruz. Misal giyime yönelik ihtiyaçlar gibi... Burada kamusal bir ihtiyaç konusundan, insanların bir devlete tabi olmasından kaynaklanan “sosyal haklardan, vatandaşlık haklarından”, “insan olmaktan, doğuştan kazanılmış haklardan” bahsetmiyoruz.


İşte şimdi liberalizmin sağladığı piyasacı bakış açısından yararlanarak, bir zümrenin, bir sınıfın çıkarına göre adeta piyasayı bir toplumsal tahakküm gücüne çeviren kapitalist piyasa anlayışlarında yaşanan temel bir soruna, zurnanın zınk dediği noktaya geldik.

İnsanların doğuştan gelen temel hakları nasıl bir ihtiyaç konusudur ve bunlar piyasalaştırılabilir mi? Bir devlete vatandaş olan ve anayasal güvence altında sosyal haklara sahip olan bir kişi yaşamını, varlığını ilgilendiren konular, örneğin eğitim, sağlık, haberleşme gibi konular piyasalaşırsa ne olur?



Düşünün hele bir, özel piyasanın konusu bir eğitim düzeni ve yarıştırılan milyonlarca genç. Bir kısmı bu yarıştan galip çıkacak, sonucu baştan belli. Zira temel ekonomik yeterlilikleri eşit olmayan milyonlarca genç “eşit” olduğu iddia edilen bir yarışa girecek ve kazananların ise adilce kazandığı iddia edilecek.


Ya da paran kadar tedavi hizmeti, ilaç alabileceksin. Ya da paran kadar yasal haklarını savunabileceksin, hukuk önünde mücadele verebileceksin, haberleşebileceksin...

Bugünün dünyasında geldiğimiz en önemli sorun budur. Bu soruna işaret etmek “serbest piyasa düzenine karşısınız” demek değildir. Serbest piyasa düzeni başıboş piyasa düzeni olamaz. Devlet bir zümrenin, belirli çıkar gruplarının imtiyazına iş görmez. Aksi halde devlet olma niteliğini yitirir. Eğitim gibi sağlık gibi her vatandaşın temel ihtiyacını konu alan alanlar devletin garantörlüğünde piyasalaştırma uygulamalarına bırakılamaz.


Dolayısıyla günümüz dünyasında devletin niteliği kadar piyasaların yapılanma biçimlerinin de yeniden değişimi kaçınılmazdır. Toplumsal katılımı, devletin sağlaması geren temel hizmetlerin üretimi, yönetimi ve kontrolünde toplumun aktör olduğu yeni piyasa yapılanmalarına açılım şarttır. Toplum katılımlı kamu kurumları bunun en önemli uygulama ayağını oluşturmalıdır. Devlet anayasal bir kurum olarak toplum katılımlı kamu kuruluşları ile işbirliği içinde çalışabilir ve gerekli kamusal destekleri sağlayabilir. Ancak özel girişimcilere imtiyaz sağlayamaz. Teşvik, kredi, vergi affı gibi halkın, vatandaşların yararına olmayacak uygulamaları asla yapamaz. Bugün geldiğimiz nokta işte bu düzeyde bir başıboşluktur. Belirli sınıflara, zümrelere kamu kaynaklarının aktarılması eylemidir.


Yaşanan böylesi piyasalaştırma uygulamalarıyla oluşan piyasaları tanımlayacak olsak en hafifinden “sırtlan piyasası” olarak adlandırabiliriz. Sırtlanlar piyasasında toplum yararını geçtim bir diğerinin varlığı dahi gözetilmez.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page