Mutlu olmak ya da mutsuz…
top of page

Mutlu olmak ya da mutsuz…


Her iki duygu da elimizde… Yani irademiz içinde. Bana göre mutsuz olmak daha kolay, mutlu olmak için biraz daha gayret sarf etmek lâzım. Esasen her ikisi de zıt temalar olsa da son derece tabii duygu bütünlükleri…



Yazı: Hasan R. Ardıç

 

Mutsuzluk genelde insanlığın temelinde daha fazla olan bir duygu yoğunluğu. Neden? Çünkü çok kolay ve en ufak bir gayret sarf etmeye gerek yok. Yaşadığımız dünyada, eğer kendi haline bırakır ve aksi için gayret göstermezseniz son derece kolay bir şekilde mutsuz olabilirsiniz.


Oysa mutlu olmak için, nedenler olmalı. O nedenler için hakkını vermenizle mutluluktan payınızı almanız mümkün olabilir. Mutluluk “Bedava değildir”. Ama sakın yanılmayınız, para karşılığı hiç değildir. Mutluluğu para ile satın alamaz, kiralayamazsınız. İçinizde varsa mutlu olursunuz yoksa peşinden koşar bir de eleştirirsiniz.


Mutluluk ile para arasında bir ilişki varsa bu son derece normal koşullardaki bir ilişki türüdür. Ama paranız var diye mutlu olmanız koşulsuz değildir. Örneğin Steve Jobs, dünyanın en ünlü zenginlerinden biriydi. Ama kanser onu maalesef genç yaşlarda yakaladı, yendi ve aramızdan aldı. Sizce Steve Jobs hastalığının ilerlediği aşamalarda mutlu olabilmiş midir? Sadece bir örnek, ama yeterince çarpıcı, yeterince üzücü…


Mutsuzluk daha kolay sanki. Her şeyi eleştiren, hiçbir şeyi beğenmeyen, mutlaka her şeyde kötü bir yan bulan, hiçbir şey yapmadan yapılanı beğenmeyen bir yapı olmalı… Bunların birkaçını ya da tamamını yapabiliyorsanız; size hayat boyu mutsuz olma cezası verilmiş demektir.



İyi okullardan mezun olmak, iyi bir ailede yetişmek (Hele ki anneanne ve babaanne ile olursa), okumayı sevmek, güzel sanatlardan en az birinde yetenekli olmak, iyi bir ortamda çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirmek, spor yapmak, bisiklete binmek, otomobil kullanmak (Dahası uçak kullanmak) kız arkadaşları olmak, daha sonra nişanlanmak ve evlenmek, mutlu bir evlilik, sağlık, hayata gülen gözlerle bakmak, kimse için kötülük duygusunu taşımamak, bir işi olmak, hiç tanımadık bir çocuğa yardım etmek onu okutmak, işinde gelişmeler yapmak, seyahat etmek, meraklı olmak ve araştırıcı bir yapıyı korumak ve hattâ tarih bilmek, güzel konuşmak, yabancı dil bilmek, vakıf ve derneklerde sosyal yardımlarda bulunmak, yardım etmeyi sevmek, yazmak, söyleşilere davet edilmek, ders anlatmak, ardından konuşulacak hiç bir yanlışlık bırakmamak, dürüst olmak, hoşgörü sahibi olmak, sağlıklı olmak ve benzerleri...


Bunların tabii ki hepsi, ama bir kısmı da mutlu olmak için gerekli ve yeterli ana başlıklardandır. Mutlaka daha da vardır. Olmalıdır da… Mutluluk esasen herkesin içinde olması gereken bir hisler, duygular bütünü. Unutmayın kimse “Mutsuz” doğmaz, ama “Mutsuz” olur. Bana göre özet böyle, şimdi bir de uluslararası durumlara bakalım.


Oldukça uzun sayılacak bir süre, son derece fazla ülkeye gittim. Bu benim işim ve işimin kaçınılmaz koşullarındandı. Turist rehberliği, ihracat yöneticiliği, kişisel seyahatler, yurt dışında çalışma, yurt dışı ilişkili çalışmalar, eğitimler vesaire... Gittiğim ülkelere aynı şehir ve farklı şehirler bağlamında defalarca gittim. İşimi başarılı olarak yaptım, ama bana kalan zamanları da değerlendirdim.


Bütün bu yerlere ilişkin yüzlerce anım var. Hepsini mütebessim olarak anılarımda canlandırıyorum. Bazıları buruk, çoğu komik… Yine de her şeyi bilmem olanaksız, en azından bunu biliyorum.



Genelleme yapmak pek doğru olmayacak ama; hepimizin bildiklerini bir de ben sıralayayım:


İsviçreliler;

Genelde mutlu olsalar da bunu pek belli etmezler, paylaşmazlar. Ama eğer onların keyfini (Meselâ Pazar günü kendi bahçenizde bile otomobilinizi yıkamanız) kaçırırsanız mutsuzluk hemen oluşur.


Hollandalılar;

Mutlular. Mizah (sense of humor) anlayışları üst seviyede. Devlete olan güven, bilhassa sosyo-ekonomik güven yıllarla sağlamlaşmış. Gösterişten çok uzaklar. Ben bir gün Kraliçe Beatrix'in tek bir polis motoru eskortluğunda Den Haag’dan Wassenar’a gittiğine şahidim.


Fransızlar;

Aristokrasinin ağırlıkta olduğu kesimler hariç, mutlular. Özgürlüklerinin farkındalar ve hayatın tadını çıkarmayı iyi biliyorlar. Çiçekler, güzel bir sofra, iyi içkiler ve yemekler, elbette güzel hanımlar, parfüm kokusu, kültür…


Almanlar;

Herkesin bildiği gibi matematik ve mühendis kafasıyla konulara yaklaşımları doğru ve güzel. Ama bu kadar değil. Bunlar tabii ki var ama eskiden daha ağırlıklıydı. Ben Hamburg'u sadece liman şehri olarak düşünüyordum. Lütfen gidin bakın; şu anda St. Pauli’de hangi opera ya da konser varsa, kaç yıl sonrasına bilet alabileceksiniz, bir görün.


Belçikalılar;

Bu ülkede çok az sayılabilecek kadar zaman geçirdim. Ama Belçikalı bir şairin oğlu olan çalışma arkadaşım Claus’un evinde yediğimiz Belçika yemekleri harkaydı. En çok da Belgique freies dedikleri, bildiğimiz patatesin Belçika'daki adına gülmüştüm.


Ruslar;

Hanımları çok güzel. Müzeler, Moskova Metrosu, Kremlin, her şey, her yer tarih... Ancak bizler görünce anlıyoruz. Genelde mutsuzlar. 1985 öncesi özgürlüklerini isterken savaşçı ruhlu ve umutluydular. Perestroika sonrası, on + yıl içinde ekonomik mutsuzluk onlardan her şeyi aldı.


Çekyalılar;

Genelde çok güzeller (Kızlar tabii). Slav ırkının tüm zarafetini taşıyorlar. Sanat ve özellikle klâsik müzik orada… Prag, köprüler şehri harika, kentte müthiş bir özgür hava var. Eski yıllarda zor ve mutsuz bir yaşam tarzları vardı, şimdilerde iyiler.


Romanyalılar;

Şimdiyi yani AB üyeliği aldıktan sonraki durumu bilmiyorum ama eskinin mutsuzları arasındaydılar. Başta ekonomi onları çok yoruyor ve mutsuzlaştırıyordu. Çok gittim ama bir kez bile sokakta gülen bir Romanyalı göremedim. Nikolai Çavuşesku’nun kurşuna dizilmesi sonrası özgür bir hayatın tadını çıkarıyor olmalılar.


İskandinavlar;

İsveç, Norveç ve Danimarka... Mutlular, hem de galiba en çok. Daim olsun.


Bu ayrıntıda; Portekiz, İspanya, Monako, Avusturya, Polonya, Yunanistan, İtalya, Sırbistan, Malta… için de yazabilirim, Tunus, Qatar, S. Arabistan, Kuwait, Türkmenistan, Özbekistan konusunda da. Soru olursa yaşadıklarımdan, okuduklarımla beraber cevaplarım. Özellikle ABD dâhil.


Ancak ulusların mutluluk - mutsuzluk anlayışları:

  1. Önce özgürlüğe (kadınların özgür olmaları öncelikli)

  2. Ekonomik koşullara

  3. Eğitime

  4. Kentsel ağırlıklı yaşam düzeylerine…


göre şekilleniyor diye bir özet yapabiliyorum. Bunların olması ya da olmaması veya kısmen olmaları ülkelerin mutluluk düzeylerini etkileyen unsurlar. Mutlu ya da mutsuz olmak elimizde diyorsak da örneğin Afganistan’da kadınların mutlu olmaları kendi inisiyatiflerinde değil meselâ.


Savaşlar, ayaklanmalar, kavgalar her neyse şiddeti çağıran tüm olumsuzlukların ortadan kalkması hepimizin en büyük dileği olmalı. İlk Müslüman kadın astronot olarak tanınan İran asıllı Anousheh Ansari: “Uzayda 11 gün kaldım. Oradan bakınca her şey küçük ve önemsiz görünüyor, hayattaki öncelikleri fark ediyorsunuz. Harita üzerinde çizdiğiniz ve adına sınır dediğiniz şeylerin aslında var olmadığını görüyorsunuz.” demişti…


Uzay-Yaşam-İnsan üçgeninde; duyduğum ilk çok anlamlı söz, aya ilk ayak basan Armstrong’un “Benim için küçük, ancak insanlık için büyük adımlar” sözü, ikincisi de sınırların olmadığına ilişkin Ansari’nin sözü…


Mutlu olalım, mutlu kalalım, mutlu nesiller yetişsin…

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page