Deprem Sarsıntıları
top of page

Deprem Sarsıntıları


6 Şubat günü gerçekleşen deprem sarsıntıları ruhsal ve zihinsel anlamda – kendi adıma ve birkaç arkadaşımın durumunu gözlemlediğim için onlar için de- halen sürüyor. Haliyle art arda şiddetli sarsılmalar ardından kendimizi evlerimizden merdivenler boyunca dualar ederek, inandıklarımıza sığınarak dışarı atma şansı bulabilenlerdeniz.



Yazı: Bahar Sar

 

İlk deprem deneyimim 1982–1985 yılları arasında Sarıkamış’ta yaşadığımdı. Annemin dayısı rahmetli Cengiz dayı ‘impalasına’ atladığı gibi soluğu yanımızda almıştı.


Bizim lojmanlar standart, yeni binalardı. Soluğu Ruslar’dan kalma “Peçli Evler” de almıştık. Bizi kucaklayan sarmalayan herkesi burada sevgiyle anıyorum.


Çocukluktan kalma olduğu için haliyle silik sayılan, rüya babında anılar tabi. Bununla birlikte birliğin, dayanışmanın ve komşuluğun, insanlığın tadı buram buram hafızamda.


Adana depremi sırasında, annemler Adana’da ben İstanbul’daydım. Gelmemi istemediler, çünkü sokaklarda, kameriyelerde, arabalarda yaşanan bir süreçti. O zamanki patronum sevgili manevi babam – kendisi bazı bazı öyle derdi, ömrü bol ola – Mustafa Karahan’a bunu anlatana kadar akla karayı seçmiştim.


Depremin vurduğu hayatlar.

Gölcük Depremi sırasında Adana’daydım ve yaşadığım şoklar geçmek bilmiyordu. Her görüntü her görsel her haber içime içime ağrı, sızı, bıçak gibi batıyordu. Esra’dan – Esra Ovalı’dan haber almam günler sürdü.


Coğrafya kaderdir. Bu kadere karşı neler yapıldığını hepimiz görüyoruz. Rantiye, beton aşkı, malzemede cimrilik, lüks takıntısı, iç tasarıma düşkünlük ve prestij tutkusu. Binaların ortak özelliği olması gereken sağlamlığın ve uygulanması gereken disiplinin, var olması gereken insanı geleceğe taşıma manasındaki iyi niyetin var olmaması.


Bir görsel vardı, sanırım Karadeniz’de evin üstüne cami kondurmuşlar. Zihniyet tamamen kontrolsüz ve kaderimiz bu türlerin elinde.


En son yaşadığımız depremde de binlerce insan enkaz altında kaldı. EMASYA gibi bir avantajın iptali yüzünden gereken ve istediği hızda müdahale edemeyen askere laflar çakıldı. Yardımlar ulaşmadı, yardıma gelenler kovulmaktan beter oldu. Adana Havalimanı’nda mesela, İsrailli kurtarma ekibini yalnız ve teçhizatlarıyla şaşkın gördüğümde utandım ben yahu!


Niye ben utanıyorsam?


Çok insanımız yitti, güzelim şehirlerimiz hayalet kasabalara döndü. Ders alalım diye bir kitap yazılsa, kimsenin o kitabı fisebilillah veya hayrat gibi ücretsiz edinme şansı olsa da önemseyeceğini sanmıyorum.


Önemsemesi gerekenlerin, fırsatçı müteahhitlerin, toplanma alanlarını AVM’ye şuna buna çeviren şuursuz zihinlerin, hatta bizim bile. Acılarımız tazelenir diye çekiniriz biz, onlar ise bir şeyler öğrenmeleri gerekir diye korku içinde ve aymazlıkla uzak dururlar. Eminim.


Bir kış ve bir yaz geçti. Önümüz yine ‘Kış Mevsimine’ yürüyor.


Neler yaptınız bu durum için?


Siz. Onlar… Biz?


Hala afet bölgesi ilan edilmeyen, konteynerlerin çadırların dahi hala parayla satılmaya çalışıldığı, salgın hastalık şüphesi olan, arkada kalan sahipsiz hayvanların can çekiştiği bölgede neyi sağladınız?


Şoku atlatmadan daha, bir grup arkadaşın ve Portekiz, Kanada, Hong Kong’dan gelen insanlarla bir arada bulduk kendimizi Emrah’la.


Emrah, Adanalı bir dost.


Gözlemlerimizi aktarsam ne kadar sinik ne kadar silik ne kadar bencil ve aymaz insanların arasında yaşadığımız, eğitim koşullarımız ve kişilerin karakterleri o kadar net bir şekilde negatif anlamda ortaya çıkar ki…


Henriqe, Paul ve Asem ve Hong Konglu arkadaşlarımızın ve bizi ta uzaklardan organize eden dostumuzun yardımıyla, Emrah’ın cidden insan üstü dikkati ve çevresiyle bağlantıları sayesinde ulaşabilmeye çalıştık imkanlar elverdiğince. Ben bile bir şeylere yarayabilme bir yaraya dokunabilme çabasıyla evimi gücümü tasamı ardımda bıraktım.


Sırça köşklerinde oturan kimilerinin bıyık altı gülümsemeleri umurumda olmadı. Alanda, çadır kentlerde yıkıntılarda yok olan ya da varlığını sürdürmeye çalışan insanlar. O kadar korkmuştuk ki…


Bizi bu korkudan koruyacak ve aynı sonuçtan azat kılacak, başımıza bilmem daha kaç kere gelebilecek – Coğrafya bir bilim ve kaderdir – depremlere karşı ne değişti neler değiştirildi neler düzenlendi, neler, ne önlemler alındı? İstikbalimizin yegâne güvencesi nedir Allah aşkına? Rant mı? Tarlaların, sığınma alanlarının, dere yataklarının inşaata evirilmesi mi?

Deprem yıkıntılarında...

Yoksa bilinçli birilerinin duruma el koyup vicdanın da etkisi ve taşıdıkları düşünülen zannedilen sorumlulukla duruma el koyup bizi daha sağlıklı koşullarda yaşama hakkımıza kavuşturması mı?


Bu hakkımız var ve korumamız lazım. Toplumsal bilincimizi, bireysel ya da kitlesel ilişkilerimizi birbirimizin kurdu olarak değil, bir ‘kurt ailesi’ gibi birbirimizi kollayarak kullanmamız lazım.


Dilerim, “artık güvende yaşıyorum, güvenli bir binada, bilinçli yöneticiler ve alaylı olmayan müteahhitler ve veya mimarların uzmanların sağladığı bilimsel şartlarda inşa edilmiş birimlerde yaşıyorum, ŞÜKÜR” diyebiliriz bir gün.


Hatay’ın, Maraş’ın ve diğer kentlerin başlarına gelenler felaket tellallarının korkutmaları arasında pek çok kişiyi başka bölge ve kentlerden bireyleri de sarsmış ve meşgul ediyor. Geleceğimizden güvenliğimizden emin değiliz.


Bize bu güvenliği ve emin olma hissini sağlayacak kişilerin, cidden ayağına taş değmesin ve helalleri hoş olsun.


Öyle birileri varsa. Karşımıza çıkarsa…


Siyasetin ön plana çıktığı bir keşmekeşte aslında bunlar bile yapılamayabilirdi diyerek halinize şükredin diye söylenenlere verdiğim yanıtları buraya yazamıyorum.


Onlar hakkında düşündüklerimi de yazmıyorum.


Zaten yazacağımı yazdım, merak eden okur, okuyan dilerim anlar, anlayan dilerim daha dikkatli, tutarlı ve çoğulcu – ne demek istediğimi anladığınızdan eminim – davranır.


Bencilliği, güç tutkusunu ve narsisimi bırakmak terk etmek lazım.


Alçıpanlı bir tavan ve süslü perdeler değil yaşamak.


Nice insan nic’oldu görsellik ve ışıltı peşinde, kandırmaktan ve manipüle etmekten başka bir şey bilmeyen ilgisiz bilgisiz sadece kâr amacı güden kişilerin manipülesinde.


Bunların tekrarlanmaması için alınması gereken önlemler araştırılmalı, bölge kışa hazırlanmalı ve güvende hissetmeli insanlar. Artık sahipsiz kalan paticanlar – onları da mı düşünmeyelim? Hayırsız Ada’ya atılan köpeklerin Osmanlı’yı çaresizlikle lanetledikleri efsane mi yani? E sonuç?


Çok sıkıldım, çok laf ettim, çok taş attım.


Dilerim, biri bir vicdanlının yüreğini bulmuştur. Vicdanlar artar, bencillikler azalır ve ülke sağalır – iyileşir – iyileşiriz. Güvende kalmamız dileğiyle, sevgiler.

Son Yazılar

Hepsini Gör

İnsan Tadı

bottom of page