top of page

Basmakalıp Şiddetin Popülerliği


“Onca kanal var, onca yapım. Ama hepsinin basmakalıp bir merakı var. Naif başlayan ve ilk fırsatta yozlaşmış diziler gözlemliyorum.”



Yazı: Bahar Bozkurt Şar

 

Bir öyküyü anlatmak ne kadar sürmeli? Bir yaşam örgüsünü ve/veya örneğini nasıl anlatmalı?

 

Ülkemizde televizyon yayıncılığının tek kanallı ve devlet tekelinde olduğu yıllarda doğduk büyüdük. Sansür dendi, oto kontrol dendi, naif diye nitelendirildi ve iktidarın borazanı olması iddiasıyla eleştirildi.

 

Biz, zaten denedik.

 

Neyi mi? Temiz, masum, iyi niyetli, öğrenmeye hevesli, kültüre meyilli ve insani erdemlere melekelere bağlı birer birey olarak kalmayı denedik.

 

Günümüzün, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bunu denemiş olmamız ulusal ya da uluslararası yayıncılık için pek bir anlam ifade etmedi diyemem. Öyle kuruluşlar var ki, hayal gücünü geliştiren, mesajlarında iyilik, insani değerler ve mucizelere yönelik teşvikler içeren yayınlarıyla nadir de olsa varlar ve kendi adıma onlar dışında pek sıcak bakamıyorum izlencelere.

 

Neden mi? İğneyi kendimize batırayım mı?

 

Onca kanal var. Onca çalışma, yayın ve içerik dahilinde hepsinin basmakalıp bir merakı var. En naif başlayan ve battaniyemizi salebimizi alıp izlemek gibi bir arzumuz olabileceğini akıllarına dahi getirmeden ilk fırsatta yozlaşmış diziler gözlemliyorum.

 

Kadına yönelik şiddetin körüklendiği, kısa zamanda ortalığı birbirine silah gösteren ya da birbirine duygusal, zihinsel, fiziksel şiddet uygulayan sahnelerin kapladığı, pek bir övüldüğü diziler. Pehlivan tefrikası gibi de bölüm bölüm merak uyandırmak için canhıraş çabalanıyor. Tabii olarak da bu merak bir yetişkinde ve/veya bir çocukta silahlara, entrikalara, kadına şiddet uygulamaya ve saymakla bitmeyen -bitmiyor- birçok olumsuzluğa neden oluyor.

 

Hiçbiri, örneğin; bir zamanların tek kanallı dünyasında bize iyiliği, azmi ve cesareti, özveriyi aşılamaya çalışan bir Çalıkuşu uyarlamasının yanından bile geçmiyor. Mesela, eski Türkiye Güzeli Aydan Şener'in rol aldığı, büyük oyuncu Sadri Alışık'ın bizi duygulandırdığı uyarlama. Öyle özledim ki: “Geçmiş Bahar Mimozaları”nı, “Yarın Artık Bugündür”, hatta “Pasaklı Sally” ve nicelerini. Anlatmaya kelimelerim kifayetsiz kalıyor.

 

Bir zamanların dizisi Çalıkuşu.

İntihaller var. Jane Austen, James Joyce, Halide Edip Adıvar, aklınıza gelebilecek her yazardan alıntılar. Ya da sosyal medya mecralarında popüler olan cümleleri kullanan içeriklerle başımızı döndürme çabası net fikrimce. Ünlü filmlerin ünlü sahnelerine fersahlarca fark atmak için çırpınan şiddet örüntüleri ve etkileri. Yaşamıyor muyuz bunların sonucunu? Etkileniyoruz ki biz de günlük yaşamımızda normalleştirilmişlikle karşımıza çıkan şeyleri yadırgamaz hale geldik. Ne yazık ki; barışa, uyuma, sevgiye, insana dair ne kadar incelik varsa hepsini yadırgar durumdayız şu süreçte.

 

Hayattan alıntılara gelince: Kadınların kadınlara, kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara, sözün özü her bireyin ya da zümrenin diğerine -hatta "ailelerin" bile- birbirine entrika kurmaları, töre, mafioso tarzda sözde babayiğitlik, kadın vücudunun sergilenmesi… Daha sayayım bir saniye: bir kadına en ufak bir fiskenin -ruhsal ya da fiziksel- gözümüze sokulduğu zihnimize yerleştirilip doğal gösterilme çabasının sarf edildiği sahneler ve olay örgüleriyle dolu ekranlar.

 

Birbirini tanıması, anlaması hatta sevmesi gereken birbirine daha sıkı ve sıcak bağlarla bağlanması gereken, gelin görün ki uygar dünyaya uyumlanması engellenen zavallı izleyicileriz, hepimiz.

 

Eğriyi doğruyu iyi öğrenememişsek hele hele, gerçekten işimiz zor. İnsan olmayı, iyicil birer birey olmayı unutturmaya çalışmaları tesadüf mü sizce? Hayır tabi ki. Çünkü aralarında bir yarış var: Kim daha çok silah gösterecek, kim daha çok entrikayla zavallı izleyicilerin kafasına girecek, kim ve hangi yapım bizi olmamız gereken noktadan… Uygar ve erdemli barışçıl ve sağlam incelikli temelli insanlar olmaktan daha iyi uzaklaştırabilip bir de güzel uyuşturacak manevra ve anlatıların (!) merakındalar sanki.

 

Dünya ve biz ve doğal olarak hayvan dostlarımız sanki yeterince tehdit altında değilmişiz gibi bir de bu dizilerden öğrenilenlerin uygulama kobayları haline gelmedik mi sizce de? İnsana gücü yetmeyen zavallı bir kedi ya da köpeği imha ediyor, hedef tahtası yapıyor, nasıl can yakılır, bir varlığın canı yandığında gerçekten ne olur bunu öğrenmek istiyor, çocuğundan yetişkinine her insanımız. Ve bu benim de canımı çok yakıyor. Ya siz? Hala bunlara seyirci kalmaya reyting kazandırmaya niyetli ve hevesli iseniz, aklınıza bir şey getirmeye çalışayım:

 

Siz bu şekilde, bu yolda devam ederek çocuklar da örnek olursanız, kendilerine yasak olmadığını ziyan olmadığını, hiçbir şeyin ve hiçbir kuralın yasanın engel olamayacağını göre göre büyüyecekler. Eğer istediğiniz buysa, bizce -hala makul kalabilen bireylerce- tabi ki sakıncası var. Çünkü ister inanın ister inanmayın günümüz yayınlarının pasif izleyicileri olarak siz ve sizden sonrakiler bu örnekleri size karşı da uygulayarak bunu da deneyerek sizin de canınızı yakacaklar. Tabi ki böyle bir olasılık var. Hatta inanın lütfen etik ve yaşamsal olan her şeyden uzaklaşmış durumda bulduğunuzda kendinizi, sizi sağaltıp iyileştirecek kimse kalmayacak. Gidişat böyle gözüküyor ve bunda sizin de payınız var!

 

Kendi adıma bu ülkede bir “Dr. Who”, bir “Durrel Ailesi”, abartısız tarihi gerçeklere dayanan güzel bir izleme ürünü geliştirmeyi akıl edenlerin ve bunu tüm varlıklarını ortaya koyarak gerçekleştirmek isteyenlerin ciddiye alınmadığının, onlara imkân verilmediğinin farkındayım.

 

Dizi filmler içerikleriyle oldukça değişti.

Küresel bir köyle yaşıyoruz. Hiper gerçekliğe uyumlanıyoruz. İdeal görülen ve sürekli geliştirilen ileri teknolojiyle bizi daha da sarıp sarmalayan iletişim kanal ve mecralarını deneyimliyoruz. Zamanımızı elimizdeki tabletleri, telefonları, TV kumandalarını susmaları için, "uslu durmaları " için en değerlilerimize çocuklara teslim ediyoruz. Peki kendinize hiç soruyor musunuz; “bu değer vermek mi yoksa hayatlarını geleceklerini distopik bir dünyaya hazırlamak mı?”

 

Bu sorunun yanıtını kendi istekleriniz doğrultusunda verebilirsiniz tabi ki. Peki ne istiyorsunuz?

 

Bir kediyi bir köpeği yakmayı merak eden, bir insana silah doğrultarak ona zarar vermeye cesaret edebilen, hatta düşünmeden cesarete de ihtiyaç duymadan sanki sıradan biriymiş gibi ablasına, annesine, eşine ya da sokaktaki herhangi bir kadına zarar veren bir oğula mı? Diyalog yerine insanları kullanmayı öğrenen, entrika yalan dolan en ufak bir fırsatta cezadan, ya da suçlamadan sıyrılabileceğini düşünen bir kız evlada mı?

 

Geleceğe ne tür bir miras bırakmak ve gelecekte yetişkin olacak çocuklarınızın nasıl yaşamasını sağlamak istiyorsunuz?

 

Uygarca mı? Peki o zaman neden koltuklarınıza kanepelerinize sandalyelerinize yaslanıp belki bir patlamış mısır ya da çekirdek kasesi eşliğinde halen bu söz ettiğim risklerle dolu programları izliyorsunuz?

 

Erdemlerden, insani duygulardan, barıştan, uzlaşmadan ve diğer uygarca, insanca, asıl yaradılışımıza uygun olandan uzaklaşmaktan korkmuyorsunuz belki. Gelin görün ki bu tür kavramların, olguların bilincinde olan ve artık azınlığa düşmüş bizim gibileri çok hem de çok korkutuyorsunuz.

 

Hala düşünmek için vaktiniz var. Hala bu birbirinin kopyası her türlü şiddeti popülerleştiren yarışma içindeki yapımlardan elinizi eteğinizi çekmek için vaktiniz var.

 

Sonra üzücü şeyler olduğunda “ben bunu hak etmedim” ya da “bu nasıl oldu” sorusunu sorma hakkı için sağlam iradeli ve aydın bir medya tüketicisi olmak için şansınız var. Ya da ben çok iyimserim.

 

Çünkü: “Ütopyalar Güzeldir”.

 

Son kez şunu söylemeli sanırım. Zamanınızı değerlendirmek için kullanacağınız seçme hakkı dünyayı, insanları biçimlendiriyor, sıradan kurabiye kalıpları gibi tek tip, stereo tip bir entrika kumkuması, bir cani, silahlara tapan ve kadına şiddet uygulamayı yadırgamayan, hatta destekler konumda bir canlı mı yoksa bir insan mı olmak istersiniz? Bu soruyu kendinize sorun. Bilin ki ben yanıttan ümitli değilim. Uğrunda çarpışılan, kıyasıya rekabet edilen izleme oranları yani reytingler bu ümidimi fena halde kırıyor.

 

Bir de ricam olacak. Ne insan olmanın ne olduğunu hatırlamaktan kaçının ne de benim gibi naif ve iletişimin diyaloğun, insani melekelerin izleğinde olan sayısı gittikçe azalan uyarı levhalarını kırın.

 

Bu, size bir sorumluluk hissettirmiyorsa bu yazı amacına ulaşamamış demektir.

 

Güzel ve masum çocuklar, eşitlikçi bir dünya, şiddetten arınmış ekranlar ve esenliklerde buluşmak umuduyla.

 

Halen umutluyum. Çünkü şarkıda da söylendiği gibi “ütopyalar güzeldir”.

 

Sevgiler, esenlikler diliyorum.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kalbin Konumu

Kommentare

Mit 0 von 5 Sternen bewertet.
Noch keine Ratings

Rating hinzufügen
bottom of page