Maliyet kavramı en basit anlatımla; bir ihtiyaç nedeniyle elde etmek istediğimiz veya ürettiğimiz herhangi bir şey için katlanmamız gereken fedakarlıklar toplamını ifade eder.
Yazı: Prof. Dr. Can Bilgili
Ekonomik olsun ya da olmasın her tür fedakârlık maliyettir. Eğer bir mal veya hizmet üretiminden bahsediyorsak mali bir giderle karşılaşacağımızdan fedakârlık daha çok ekonomik olurken bir dostluk ilişkisi, bir evlilik söz konusu olduğunda karşımıza çıkan beklentiler nedeniyle fedakârlık farklı bir boyut kazanır.
Ne elde etmek istiyor ya da ne üretiyorsak üretelim illaki bir maliyetle karşı karşıyayız. Kimi şeyler için parasal bir maliyet söz konusuyken kimi şeyler için de sosyal maliyetlere, zaman maliyetine, psikolojik maliyetlere katlanmak durumunda kalırız.
Devlet denilen örgütsel yapı da bu sorunsaldan bağımsız değil. Halk için kamusal nitelikte dediğimiz sağlık gibi, eğitim gibi birtakım temel hizmetleri gerçekleştiren bir yapıdan söz ediyoruz. Yalnızca bu hizmetler mi? Güvenlik, adalet, tarım, çevre konuları, sosyal hizmetler gibi bir dolu başlık. Tüm bunların doğal olarak bir maliyeti var. Nihayetinde milyonlarca çalışan var, tesisler var, mal-malzeme ihtiyacı var, giderler var, harcamalar var. Eh onca maliyet olunca da biz halktan da beklenen bazı fedakarlıklar var.
Kısacası devletin hizmetlerini yerine getirmesi için ne gerekiyorsa veriyoruz. Vergi veriyoruz, emek veriyoruz, zaman veriyoruz, gerekiyorsa tasarruf yapıyor, az yiyor az içiyor, az harcıyoruz. Hatta an geliyor öyle koşullar oluşuyor ki canımızı dahi veriyoruz.
Tabi konu tasarruf olunca işler az biraz karışmıyor da değil hani. Hele de içinde bulunduğumuz şu ekonomik buhran koşullarında yapılan kamu harcamalarına bakınca… Bütün bu yazılanlar için “teorik olarak güzel anlatıyorsun da gerçekler öyle mi arkadaş?” deseniz yeridir.
Devletin temel yönetim birimleri bilindiği üzere merkezi idare ve taşra teşkilatı yani yerel yönetimlerden oluşur. Malum bu birimlerin yönetimi için de seçimle temsiller yani politikacılar belirlenir.
Demokrasi sonuçta...
Özetle birilerine: “Al kardeşim devleti ya da belediyeyi yönet, bana taahhüt ettiğin hizmetleri ver. Ben de bunun karşılığında kendimden bazı fedakarlıklar yapacağım, senin o hizmetleri üretmen için gerekli desteği vereceğim.” deriz. İstenen fedakarlıklar yapılır, maliyetlere katlanırız. Bunu da bile isteye yaparız. Sonuçta politikacılar seçimden önce bize ne yapacaklarını söylemişlerdir. Bedava olacak değil ya... Temel ihtiyaçlarımıza yönelik hizmetler alacağımızı, iyi bir yaşam düzeyine erişeceğimizi umarak oy verir, görev veririz.
Şu ana kadar anlattıklarım için yüzünüzde acı bir tebessüm oluştuğunu buradan görebiliyorum. Anlıyorum tabi sizi. Benim de tüm sorunum bu. Anlıyor olmak.
Kavramsal çerçeveyi aktardığımıza göre sadede gelelim. Sizin de tanık olduğunuz üzere şimdilerde her bakımdan yüksek maliyetli bir ülkede yaşıyoruz, hatta kimileri için adeta hayatta kalma mücadelesi söz konusu. Durum oldukça açık...
Nedeni de açık; yüksek maliyetli politikacılar ve devlet bürokrasisi ülkenin üzerine kâbus gibi çöktü. Devlet olması gereken maliyet sınırlarını kat ve kat geçti, üzerimize düşen fedakarlıklar da boyumuzu aştı.
Hem bu kez öylesine yüksek maliyetli bir devletle karşı karşıyayız ki iki yakamız bir araya gelecek gibi görünmüyor. Yarattıkları maliyetleri bir yerlerden karşılama telaşına düşen, yeri geldiğinde borcu borçla ve daha yüksek faizli borçlarla çeviren devletin ayrıcalıklı politikacıları ve güzide bürokrasisi fukaralık sınırlarında gezinen emeklilerin aylıklarına dahi göz dikmiş durumdalar…
Oysa “görünen köy kılavuz istemez” denir ya, işte durum da öylesine apaçık ortada. Eski kafa anlayışlarla yarının beklentilerini yönetmek mümkün değil.
Otomobil eskidi, şoförler de yaşlı mı yaşlı.
Fazla yakıt tüketen, sık sık arıza veren eski model bir otomobil gibi eski model bir devlet yapısında ısrar eden kafalar yüksek harcamaları, ölçüsüz ve partizanca giderleri başımıza bela etti. Zamanın dışında kalmış, eski model bir otomobil kullanmanın dışında bilgisi de olmayan bu devlet ve yerel yönetim kafalarıyla işler ancak bu kadar gidiyor.
Teknolojiden finansal araçlara, eğitim yönetiminden sosyal boyuta, politika geliştirmekten kurumsal yapılanmalara kadar her konu aklınıza ne gelirse gelsin bilgileri ya köhne kalmış ya da yok. Değişime tamamen kapalılar. Üstelik eskinin, kapitalist piyasa düzeninin politik kurnazlıklarını, ilkeden, ahlaktan yoksun yönlerini de adeta bir elbise gibi üstlerine giymişler, hiç utanmaları da kalmamış.
Kamu harcamalarını, yerel yönetim harcamalarını amaçları dışında kullanmaktan çekinmeyen, devleti ve belediyeleri babalarının çiftliği gibi ve menfaatlerine göre yöneten, parti çevresine ve yandaşlara kazandırma dışında herhangi bir icraat anlayışı bulunmayanların ülkeyi getirebilecekleri nokta ancak bu olabilirdi.
Yapılan hizmetlerin de çürük çarık, gösteriş budalası işler olduğunu, halkın ve zamanın ihtiyaçlarıyla alakası olmadığını söylesek pek abartmış sayılmayız.
Ya arkadaş bir belediye her tür vergiyi harcı aldığı halde, temel hizmetleri, suyu, ulaşımı fahiş fiyatla satarak ayakta kalacaksa neden vardır? Bir sağlık bakanlığı hastanelerin yolsuzluklarını, çeteleşmiş sağlık düzeninin yarattığı cinayetleri dahi göremiyorsa neden vardır? Bir eğitim bakanlığı öğretmenini sefalete düşürüyorsa, okulunu temizleyecek personel alamıyorsa, halen kayıt ücreti altında para toplanıyorsa, kantinden tost dahi alamayan çocuklar varsa neden vardır? Bir aile ve sosyal hizmetler bakanlığı yoksullukla mücadele edemiyorsa, kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri alıp başını gitmişse, beş çocuklu fakir bir kadına sahip çıkamıyorsa neden vardır? Ormanlar talan ediliyorsa, madenler peşkeş çekiliyorsa, deniz kıyıları yok oluyorsa çevre bakanlığı neden vardır? Ödenen onca vergi, adeta zorla, dayatılarak toplanan haraç gibi harçlar, verginin de vergileri nereye gitmektedir?
Bir belediyenin işi milyon dolarlar harcayarak dinozor parkı mı yapmaktır, konser mi vermektir? Kafasına göre partili yakınlarına para aktaracağım diye vakıflara oraya buraya kaynak mı aktarmaktır? Bütün bu olanların dillerine doladıkları sosyal belediyecilikle ne ilgisi vardır?
Hele devlet idaresi? Kurayla konut dağıtmak ne demektir? Böyle bir çağda dünya ticaretinde yeri olmayacağı biline biline otomobil fabrikası açmak bir dolu masraf yaratmak kime hizmettir? Milletin vergisiyle oluşmuş kamu bütçeleriyle kime ne kazandırılmaktadır? Bir gecede uydurulmuş yasal düzenlemeler kılıf gösterilerek, kamu arazileri kime hangi niyetlerle peşkeş çekilmektedir? Halkın vergileriyle vakti zamanında kurulmuş kamu iktisadi kuruluşları, fabrikalar, limanlar özel şirketlere hangi akılla ucuz yollarla peşkeş çekilmiştir? Merkez bankasının kaynakları yandaş şirketlere düşük faizle banka kredisi adı altında neden ve hangi gerekçeyle transfer edilmiş, hazinenin, halkın parası eriyip gitmiştir?
Millet fakirliğe mahkûm olurken, devlet eliyle yapılabilecek hizmetleri, devlet garantisi vererek yandaş şirketlere yaptırıp ülkenin geleceği göstere göstere hangi hakla ipotek altına alınmıştır?
Neresinden bakarsanız bakın devlet ve yerel yönetimler, belediyeler şu çağ dışı politikacılar için birer yağma kurumu, arpalıktan başka bir şey değil. Toplumun önünde sergilenen vatan sevgisi gösterilerini, “vakit tamamdır söz konusu vatandır” söylemlerini, memleket sevdalısıymış gibi tavırları bir kenara bırakalım artık. İçlerinde gizledikleri niyet kabak gibi ortada…
Son günlerde gündeme düşen belediye konserleri konusu ve havaya savrulmuş kamu paraları konusunda iktidar ve muhalefet partilerinin birbirine girmesiyle birlikte içinde bulunduğumuz sefilliği, yüksek maliyetli bir devlet gerçeğini bir kere daha görmüş olduk.
Sağ olsunlar arada bir kapışıyorlar da yedikleri naneler ortaya dökülüyor. Yoksa mevcut statükodan öylesine memnular ki, al gülüm ver gülüm güzel bir tezgâh kurmuşlar. Birbirlerine ses çıkarmadan, göstermelik muhalefet cümleleriyle gündemi oyalamayı iyi biliyorlar doğrusu…
Hem iktidar hem de ana muhalefet partilerinin yaptıkları hovardaca harcamalar, yandaşlarına dağıttıkları ihalelerin ortaya dökülmesi zor günler geçiren halkın fakir kesimlerinde ağızlar açık bir şekilde izleniyor.
Aslında halk ne olduğunu zaten tahmin ediyordu.
Devleti yöneten iktidar partisi ile belediyelerde güçlenen ana muhalefet partisinin her ikisinin de birbirinden farksız anlayışlarla yönetim işleri gördüğünü herkes biliyor, konuşuyordu. Ne kadar gizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar yaşananlar ortada.
Nihayet iktidar partisinin hırsı ve belediyelere yönelik sözde hukuk üzerinden hamleleri sonucunda konuşulmayanlar dile gelmeye başladı.
Yahu diyor insan, “memlekette onca emekli sıkıntı içinde yaşarken, onca genç işsizlik sıkıntısı çekerken, beslenme barınma temel bir soruna dönmüşken, onca çocuk yetersiz beslenme, sağlık sorunlarıyla karşı karşıyayken bunlar ne güzel yutmuşlar milletin kaynaklarını, parasını” …
Öyle ya iktidar olmak istemelerinin temel nedeni buymuş demek ki! Kamu kaynaklarına erişmek ve halkın vergilerini, devletin, belediyelerin kaynaklarını kendi çevrelerine dağıtmak.
Bu yağma yeni bir durum değil tabi. Bugünlere dün gelmedik. Bu tür yazılar da ilk değil. Lakin olan biten de artık yenilir yutulur bir düzeyde değil. Ateşle oynuyorlar. Cahillik böyle bir şey olsa gerek.
Ev ev değil, yaşanan hayat hayat değil. Kadın ayakta kalmak için kâğıt, atık malzeme toplayıcılığı yapıyor. Belli ki destek alabileceği kimi kimsesi yok. Yaşları 5 ve daha küçük olan çocuklarını yalnız bir şekilde evde bırakıyor. Koca hapishanede. Düşünün o sırada Ankara’da bazı zevatlar “sosyal devlet” diye tumturaklı konuşmalar yapıyor, sağda solda ülkeyi nasıl iyi yönettiklerini ya da nasıl iyi belediyecilik yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Dram yaşanıyor, üstüne utanmadan sıkılmadan iktidar partisinden biri Meclis’te abuk sabuk bir konuşmaya imza atıyor.
Evet yüksek maliyetle yönetiliyor bu ülke. Hem de çok yüksek bir maliyetle. Hani tüccar gibi baksak olaya birim maliyeti birim getirisinin çok çok üstünde olan bir durumla karşı karşıyayız.
Ya şu belediyelerin konserlerine ne demeli? Yahu arkadaş sizin asli işiniz bu mudur? Böylesi fukara hale gelmiş bir ülkede yaptığınız iş müsriflik değil midir? O paraları kendi cebinizden mi ödüyorsunuz? Şimdi diyecekler ki iktidar partisi de yapıyordu. Eh zaten o da müsriflikti. Bu yüzden gittiler. “Ömer adaleti” diye ortalıkta siyasal İslamcılık yapıp kamu kaynaklarını soymanın bedelini ödediler. Daha da ödeyecekler…
Dediğim üzere iktidar ve muhalefetin başını çeken siyasi partiler bu ülke için maliyeti oldukça yüksek partilerdir. Ülkeye de yüksek bir maliyet ödetmektedirler.
Üstelik her ikisi de ve onların kopyası olan diğer partilerin de yaşadığımız çağla alakaları yok. Ne yazık ki yarattıkları maliyet yalnızca parasal boyutla da sınırlı değil. Ülke her bakımdan çağın gerçeklerinden kopuyor, uzaklaşıyor.
Eğitimde, sağlıkta, yaşam kalitesinde, barınma, beslenme konularında ülke büyük bir çıkmaz yaşıyor. Maliyetler artarken alınan hizmetlerin kalitesi de giderek düşüyor.
Gıdada, sağlıkta, temiz suya erişimde, barınmada halk öylesine yüksek maliyet ödüyor ancak öylesine kötü hizmet alıyor ki! Çarşı pazarda bir zabıta işini dahi düzgün yapamayan, kazıklanmaktan bıkmış bir halkın vergileriyle propaganda için konser yapma derdine düşmüş belediyeler, inşaat ihaleleriyle yandaşlarına para aktarma derdine düşmüş hükümetler ülkeyi batma noktasına doğru hızla taşıyor.
Bir yanda ekonomisi, satın alma gücü, yaşam kalitesi her geçen gün zayıflayan halk diğer yanda kamu kaynaklarını talan ederek belirli bir konfor ve güven içinde partizanlarına yaşam garantisi sağlamış sözde politikacılar, yerel yöneticiler. “Halk seçti” diyerek kendilerine her tür ayrıcalık yaratmanın derdine düşmüş bu fukaralardan artık halkın kurtulması lazım.
Unutmayalım! Yaşanan bu yüksek maliyetle belki bugün fakirleşiriz ama eğer bu talancı düzenden kurtulmazsak yarın üzerinde yaşayabileceğimiz bir ülke dahi ortada kalmayacak.
Comments