top of page

Yandaş Sivil Toplumculuk


Bir devlet politik temsiller yani politik parti ve kişiler aracılığıyla yönetilir. Demokratik yollarla yönetilen bir devlette de farklı birçok politik temsil yarışır ve en çok tercihi yani oyu alan bir politik parti devleti yasalarla tanımlanmış olan sınırlar içinde, belirli bir süre için yönetir.



Yazı: Prof. Dr. Can Bilgili

 

Politik partiler ve temsilcileri yasama görevini yerine getiren bir meclis ortamında buluşur. İçlerinden en çok oyu alan ya da ortaklık kurabilenler ise hükümet görevini yüklenir. Hükümetin politik temsilcileri ile diğer politik temsilciler meclis çatısı altında yasamayı gerçekleştirir. Yani ülkenin yönetimini ilgilendiren anayasayı ve kanunları düzenleme yetkisi edinirler.


Anlaşılacağı üzere bir politik temsil yasama organı olan mecliste çoğunluğu sağlarsa yasaların düzenlenmesi konusunda da etkin olabilir. Ayrıca hükümet görevini de elde ettiğinde devletin birimlerini yönetme gücü kazanır.


Politik partiler politik düşüncelerine özgü yönetim yapmak ister. Eğer yasalar ya da devlet organları onların bu amaçlarına bir sınır getirirse bu durumda partiler yasaların veyahut da devlet organlarının değişimi için harekete geçebilir ve istedikleri değişimleri yapabilirler. Ülkemizde de yaşanan durum genel hatlarıyla böyledir.


Ancak genel hatlarıyla dedik. Zira politik temsillerin demokratik yollar üzerinden edindikleri yönetme hakkını kötüye kullanması, devlet olanaklarını kendi politik çevrelerinin çıkarları için dağıtması, devlet-vatandaş ilişkisini eşitsiz bir ilişkiye dönüştürmesi, karşıt görüşlüler üzerinde devlet gücünü kötüye kullanması ve buna benzer çok sayıda antidemokratik uygulamalar yapabilmesi de mümkündür. Açıkçası imtiyazlarla dolu bir devlet yaratabilirler mesela...


Hatta bu kötüye kullanma çabası için yasalar çıkarabilir, devleti ele geçirebilecek kadrolaşma faaliyetleri yapabilir veya kamu kaynaklarını yakınlarına peşkeş çekebilirler.

Ülkemizin politik tarihi bu bakımdan delik deşik edilmiş, vatandaşlar arasında eşitliği yok eden, belirli güç ve kesimlere imtiyazlar yaratan anayasa, kanun ve uygulamalarla doludur.

Seçimler yaklaşırken, şu günlerde bu yazdıklarımıza sebep olan bir gelişmenin daha öne çıktığını görüyoruz.


Birgün Gazetesi’nden İsmail Arı’nın kaleme aldığı bir habere göre iktidar seçimler yaklaşırken tarikat ve cemaatlerle işbirliği ilişkilerini yükselterek ilerletirken, onlara sağlanan kamu kaynaklarının da dozunu arttırıyor.




Önce habere bakalım.


Habere göre bir süre önce cinsel istismar skandalıyla ülke gündemine oturan Hiranur Vakfı’nın bağlı olduğu ve birçok seçimde iktidarı destekleyen İsmailağa Cemaati’ne, partili Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bir özel ayrıcalık tanınıyor. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün “İzin Almadan Yardım Toplama Hakkına Sahip Kuruluşlar” listesine İsmailağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı da eklenmiş görünüyor. Bu sayede İsmailağa Cemaati üyeleri devletten izin almayıp diledikleri gibi para toplayabilecek.

2860 sayılı “Yardım Toplama Kanunu”nun 6’ncı maddesine göre kişiler ve kuruluşlar, yetkili makamdan izin almadan yardım toplayamıyorlar. Ne güzel değil mi? Politik olarak kendi tabanınızdan dilediğinize türlü destekleri verebileceğiniz, sorgusuz sualsiz bir güç elinizde...

Yardım toplama hakkı verilen dernek ve vakıflar arasında, Deniz Feneri Derneği, Diyanet Vakfı, İnsani Yardım Vakfı (İHH), Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, Hayrat İnsani Yardım Derneği ile Beşir Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği de yer alıyor. Ayrıca, Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV), Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ile İlim Yayma Vakfı da izin almadan yardım toplama hakkı verilen kuruluşlar listesinde. AKP yöneticilerinin dernek ve vakıflarının da bulunduğu listede Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) gibi dernekler yer almıyor.


Haberde vurgu yapılan konulardan bir diğer başlık da Erdoğan’ın sekiz yıllık görev süresi boyunca yaklaşık 80 vakfı vergiden muaf tutması... İncelendiğinde görülüyor ki özellikle cemaat ve tarikatların yoğunlukla işlerini yürüttüğü vakıflar vergi vermeyen kurumlar listesine girmiş. Bu vakıflar arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu TÜGVA, kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın yöneticisi olduğu Kadın ve Demokrasi Vakfı (KADEM) da yer alıyor.


Yani anlayacağınız devlet eliyle sağlanan kaynaklar, imkanlar kesintisiz bir şekilde yandaş sivil toplum kuruluşlarına akmaya ediyor. Türkiye’de gerçek anlamda sivil toplum olmadığını, devlet eliyle kamusal imtiyazlar sunulmuş politik partilerin uzantısı gibi çalışan sivil görünümlü yandaş örgütler olduğunu yıllardır hep söyledik durduk.


Bu iktidar dönemiyle sınırlı olmayan, geçmişten bu yana devam eden bu tür uygulamalar tam anlamıyla bir fırsatçılık, şark kurnazlığı... Bu uygulamalar ile demokratik bir devlet düzeni baştan aşağı yıkılıyor, vatandaşları eşit olarak gören, şeffaf ve adil bir devlet-vatandaş ilişkisi yok ediliyor. İsminde adalet bulunan bir politik hareketten beklenen aslında zaten çarpık olan devleti düzeltecek değişiklikleri yapmasıydı. Ancak onlar da kendilerinden önceki politik dönem gibi devlet gücünü ele geçirince kaynak yağması hastalığına tutulmuş görünüyorlar. Ama esas sorun bundan daha büyük. Böylesi bir kamu yağması anlayışıyla devlet olanaklarının tarikat ve cemaatlere yıllardır sunulmasının amacı ne? Yalnızca politik seçim yatırımları olarak görmek biraz saflık gibi duruyor...

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page