Bir üniversitenin öğrenci uygulama dergisi için yazmıştım bu yazıyı. Kayıhan Güven Hoca'yı anmaktı maksadımız. Bazı insanlar hayatınıza gelir, iyisiyle kötüsüyle dokunur ve izler bırakır. Kayıhan Hoca dört dörtlük bir insan mıdır bilmem ama çok iyi bir insandır, insan gibi insandır. Bu yüzden bu yazıma burada da yer vermek istedim. Üniversitenin öğrenci uygulama dergisine herkes ulaşamayabilir ancak dijital herkese açık bir yer. İyi insanlar bilinmeli...
Yazı: Prof. Dr. Can Bilgili
Üniversite yıllarıydı, henüz ikinci sınıftaydım. İlk zamanlara nazaran epey deneyim kazanmış biriydim ancak pek de olumlu düşüncelere sahip olmadığımı hatırlıyorum. Dersler iyi geçmiyordu, hatta bir kısmının hocası bile yoktu. Bazıları ise alanımızla alakalı dahi değildi, neden konmuş olduğuna anlam veremezdik.
Askeri darbenin üstünden henüz çok geçmemişti. Kampus ortamına rastgele bakan biri bile hala sıkı bir denetim ortamı olduğunu rahatlıkla görebilirdi. Üniversitelerin kendilerini toparlayamadığını, atılan hocalardan sonra hoca bulmakta zorlandıklarını fark etmemek imkansızdı. Okul yönetiminin ilgisi ise oldukça düşüktü. Boş geçen derslerde civardaki öğrenci kafelerine, kıraathanelere sıklıkla gittiğimizi hatırlıyorum. Mesleğin içinden gelen alaylı bazı hocaların sağladığı katkıları, çabalarını bir yana koyarsak, okulun bize çok fayda sağlayamayacağını anlamıştık.
O vakitler geleceğini dert edinmiş öğrenciler olarak bir şeyler yapma, öğrenme, deneyim kazanma adına kafa yoruyor, dışarıda bizi kabullenebilecek gazete, dergi ne varsa, büyük küçük demeden bir basın kurumuna girmenin yollarını arıyorduk. Okulda bir şeyler yapmanın olanaksız olduğuna ikna olmuştuk.
Fakülte binasının önünde büyük sayılamayacak genişlikte, beton zeminli, araç parkı işine yarar bir alan vardı. Ders aralarında ya da boş geçen derslerde soluğu burada alır, sosyal alan olarak burayı değerlendirirdik. Tüm olumsuzluklarına karşın güzel zamanlardı... Ne hayaller ne heyecanlar dile gelmiştir burada... Okul kantini ise pek uygun bir yer değildi, bodrum katında, sigaradan durulmaz, gürültüden birbirini duymanın imkansız olduğu loş bir yerdi. Yıllar sonra üniversiteye gittiğimde hala aynı olduğunu görmüş, üzülerek “ülke gibi, ne kadar da değişime direnmiş” diye iç geçirmiştim...
Birinci sınıfta gelişen arkadaşlık ilişkileri zaman içinde ortak bir dert birliğine dönüşmüştü. Öyle ya üniversite bitince ne olacaktı? Sonuçta sektörde kollarını açmış, bizi bekleyen birileri yoktu. Bir şekilde iş hayatına katılmalı ya da gazeteciliği uygulayarak, yaşayarak öğrenecek yollar bulmalıydık... Aramızda sıklıkla “bir yayın çıkarma” fikrini tartışıyorduk. Ama nasıl? Para yok pul yok, yasal olarak nasıl yapılacağı, izinlerin nasıl yürütüleceği hakkında bilgi yok, deneyim yok... Okul destek verse çok iyi yaparız, evet evet çok da iyi yaparız ama görünen o ki kimsenin umurunda değiliz...
Üst sınıflarda bir arkadaşımız vardı. Okul asistanları ve hocaları ile samimiydi. Öğrenci işleri bürosunda sıklıkla görürdüm. Ne yalan söyleyeyim başlarda okulun bir çalışanı sanmıştım. Üniversiteye kayıt işlemleri için ilk gelişimde, kayıt masasında tanıştığımızı hatırlıyorum. Kendisini neredeyse tanımayan yoktu. Adı Kerim’di...
Bir gün yine okulun bahçesindeyiz, ortalık çok kalabalık, hıncahınç insan dolu. Tam olarak hatırlayamıyorum, belki bir dersin çıkış saati de olabilir. O vakitler sınıflardaki öğrenci sayıları da çok yüksek, iki-üç yüz kişilik sınıflar... İşte öyle bir kalabalıkta sınıftan bazı arkadaşlarla bahçe kenarı boyu uzanan kaldırım taşlarının üstüne sıkışmış vaziyette oturuyoruz. Bir ara Kerim’i görüyorum. Elinde bir şey taşıyor. Kalın çerçeveli, yüksek numaralı gözlüğünü anımsıyorum. Çok keyifli bir hali var, bize doğru hızla geliyor.
“Çıktı, nihayet çıktı” diyerek sesleniyor. Şaşkınlıkla karışık bir halde gözlerimiz parlıyor... Gazete bu! Evet bir gazete taşıyor. Tabloid baskı bir gazete, siyah beyaz. Logosu kırmızı renk olduğundan adını hemen okuyabiliyorum. İletim...
Bize doğru uzatıyor. Evet, okulda öğrenciler için bir uygulama gazetesi çıkarmışlar. Heyecanla anlatmaya başlıyor. Bizi de katılmaya çağırıyor. Biraz içerliyorum, hafif kıskançlık hali var. Neden en başında haberimiz olmadı ki? Ama tam da aradığımız şey bu, varsın böyle olsun.
“Hadi Kayıhan Hoca’nın yanına gidelim, sizinle tanışmalı” diyerek bizi hareketlendiriyor. Ben başta o vakitler okul müdürü olan Kayhan İçel’e gideceğimizi sanıyorum. Giriş katındaki odalara yönelince başka birinden bahsetmiş olduğunun farkına varıyorum. Hızlı adımlarla gidiyoruz, O önde ardından takip ediyoruz. Kattaki asistan odalarının önünden geçiyoruz. Birkaç kapı geçtikten sonra birinin önünde duruyor. Tabelada ismi görüyorum: Kayıhan Güven.
Kapıyı çalıyor, biraz çekingenlikle içeriye doğru kafamızı uzatıyoruz. O vakitler hoca genç, saçlar yerinde. Kalın fırça bıyıklarının altından gülümseyerek bakan iki gözle karşılaşıyorum. Masasında İletim Gazetesi. Bir masa, bir sehpa iki sandalyenin zor sığdığı küçük odada biraz sıkışık halde oturan Oktay Verel ve Fehmi Ketenci hocalarla beraber, heyecanlı bir konuşma halinde yakalıyoruz onları. Belli ki gazete üzerine konuşuyorlar. Kerim oldum olası kibar bir adam, gayet nazik bir ifadeyle araya girerek bizi tanıştırmaya çalışıyor.
İşte o gün Kayıhan Hoca ile yıllar sürecek maceramız başlıyor. Yalnızca bir hoca öğrenci iletişiminden bahsetmiyorum, güvenilir bir dostluk, ağabey-kardeş ilişkisi, bir usta-çırağın hikayesi bu...
Alman eğitimi ve disiplini almış biri olduğunu sonradan öğrendiğim Kayıhan Hoca, o gün de aldığı bu görgü ve disiplinin hakkını verecek nitelikte bir üslup ile bizimle konuşuyor. Adeta bizi de bir disiplin içine sokmak istercesine yönlendiriyor, anlatıyor, açıklamaktan yorulmuyor. Gazeteye katılmamızın ne anlam taşıdığını, bunu sürdürmenin nasıl bir sorumluluk gerektirdiğini tane tane aktarıyor. Hiç geçiştirmiyor, değer verdiğini hissettirircesine, her birimizin ilgisini yüksek tutmak istercesine tane tane kelimeleri seçerek konuşuyor. Her sözüyle “elinizden tuttum çocuklar” hissini veriyor. Genciz, tecrübesiz halde konuşmasını pür dikkat dinliyoruz. Hakikaten elimizden tutmuş, yıllar sonra daha iyi anlıyorum...
Hayatta bazı anlar olur ki, rotanızın değiştiğini hissedersiniz. İşte o tanışmadan sonra hayatım bir kere daha farklılaşmıştı. Akademiye bakışım değişmiş, gazeteciliğe olan ilgim artmıştı. Ben ve birkaç arkadaşım onun ve İletim Gazetesi’nin ilk ekibi olmuştuk. Çok geçmeden İletim ailesi büyümüş, fakültede öğrencilerin ilgi odağı olmuştu. Kayıhan Hoca’nın bunda emeği büyüktü...
İletim için yaptığımız çalışmalarda, okul içinde bir çalışma odasının kurulmasından, gazetenin ilk yaşının kutlanmasına, ilk röportaj yazımından ilk fotoğraf deneyimine, sayfa yönetmenliği görevine kadar her uğraşımızda yanımızdaydı. Bizi çekip çeviriyor, yol gösteriyor, öğretiyordu. Öğretmek onun için paylaşmaktı, uzun uzun konuşur, sohbet arası bilinmesi gereken bir konuyu çaktırmadan aktarırdı. Dedim ya hoca olmanın ötesinde biriydi, ağabeydi, arkadaştı, sırdaştı. Entelektüel biriydi, çok okur, okuduklarını paylaşır, klasik müziğe ilgisini anlatırdı. İstanbul’a ve fotoğrafçılığa tutkundu. Fotoğraf makinesini hiç yanından ayırmaz, fotoğrafın, hayatı yakalamanın yollarını öğretirdi. Az götürmedi bizi fotoğraf çekimlerine... Mütevazi, çelebi bir insandı. Bunun faydasını pek gördüğünü sanmıyorum ama sevenleri en çok da bu yönünü sevdi. Bundan eminim...
Birlikte geçen onca yıl içinde hayatlarımıza dokundu. Kah sevindik, kah üzüldük, birlikte dertlendik, yaşadık, öğrendik, birlikte yaş aldık, birlikte kutladık, mücadeleler verdik. Elbet gergin günlerimiz de oldu, tartıştığımız anlar da... Ama hiç büyütmezdi, yaş olarak küçük olmamdan olabilir, kırılmamam için dikkatli konuşur, alttan almaktan çekinmezdi. Kalender insandı...
Bizi, yalnızca bizi değil, devam eden yıllarda tıpkı bizim gibi farklı üniversitelerde yetiştirdiği gençleri de her zaman ve her ortamda desteklediğine tanık olmuştum. Tam bir emektar, gönül insanıydı. Ne zaman dostlar arasında adı geçse gururla bahsederdik, yüzümüz tebessüm ederdi.
Ve maalesef her emektar, öncü insanın yaşadığı deneyimleri O da yaşadı. Gelişime, değişime direnenlerle karşı karşıya geldi ve gün geldi fakülteden ayrılmak zorunda kaldı. Düpedüz hakkını yemişlerdi, haksızlık edilmişti. Bütün olan bitene rağmen hiç söylenmedi. Hukuk eğitimi vardı. Arkadaşlar arasında belki bu alana ilgi duyar vazgeçer dedik ama O pes etmedi, bırakmadı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne geçti. Fotoğrafçılık ve gazetecilik konusunda akademik olduğu kadar, uygulama konusundaki çalışmalarını, bilgi ve tecrübelerini burada da aktarmaya devam etti. Okulun haber ajansının kurulmasını sağladı, fotoğraf sergileri düzenledi, bir zamanlar bizim için verdiği çabayı yeni meslek adayı gençler için sarf etti. Sektörde yetkin meslek insanlarını öğrencilere taşıdı, yeni yeteneklerin ortaya çıkması için yılmadan çabaladı, çabaladı, çabaladı... Zaman zaman yollarımız üniversite dışında da kesişti. Ne günlerdi... Yayın çalışmaları, yeni projeler, fikirler...
Bana gelince... Geçen süreç içinde hayatımda değişimler oldu. Fakülteye asistan olarak girdim, aynı yolda devam ederek İletim’in sorumluluğunu aldım, yeni gençlerin yetişmesine katkı sunmaya çalıştım. Aynı ruhu yaşatmaya çalıştım, ilerleyen yıllarda bulunduğum farklı birçok üniversitede de uygulamalı çalışmaları destekleyen girişimlere imza attım. Tıpkı O’nun gibi öğrenci uygulama gazetelerine, yayınlarına ön ayak olmaya çalıştım. Anlaşılmaz, kıymeti bilinmez demedim, öğrencilerle yola devam ettim. Ve bütün bu gelişmeler boyunca, her girişimimde yanımda olduğunu biliyordum. Kah telefonun bir ucunda, kah ziyaret ederek çabalarımı destekledi. Hayır dediğini hiç hatırlamıyorum... İlerleyen yaşına rağmen aynı heyecan ve iradeyle “yıllara meydan okudu”.
Kayıhan Güven Hoca ile ilgili ayrıntılı bilgi için Wikipedi sayfasına göz atabilirsiniz.
Zamanla insan olan biteni farklı yönleriyle de görüyor sanırım... Artık yaşadıklarını daha bir anlıyordum. Üniversitelerde onca çaba içinde uğraş verirken çektiği sıkıntıları başımdan geçen deneyimlerle daha iyi kavrıyordum.
Ne zaman bir araya gelsek “Biz yeni bir okul, yeni bir öğretim anlayışını hayata geçirmeliyiz” diye konuşurduk. Üniversitelerin statükocu eğitim anlayışları bize ters geliyordu. Özellikle İletişim fakültelerinin alan dışı hoca istihdamının yarattığı, öğrenciden ve mesleki yaşamdan kopuk öğretim uygulamalarını çok tartışır, gelişmeler karşısında içlenir, zaman zaman söylenirdik. Öğrenciler, mesleki gelişim bizim her zaman önceliğimizdi. Bugün de eğer aynı düşüncelere sahipsem O’nun bunda büyük payı var.
Kayıhan Hoca ile tanıştığımda 20’li yaşlarda bir gençtim. Şimdi ellili yaşların üstünde iletişim alanında profesörlüğünü almış bir akademisyen olarak çalışma hayatıma devam ediyorum. 33 yıl boyunca, aramızdan ayrılışına kadar hep takip ettim. Eminim o da beni takip etmiştir. Onu ve yaşanılan onca deneyimi burada satırlara sığdırmak oldukça zor.
Biz uygulamalı gazetecilik eğitiminin ve bu amaçla çıkarılan öğrenci uygulama yayınlarının ilk kuşağı, ilk temsilleriydik. Belki de bu tür bir yayını çıkaran ilk kişiler bizdik... O akademide ilk ustamdı, ben ise onun ilk çıraklarından biriydim. Ne zaman adı geçse aklıma İletim için odasına girdiğimiz ve tanıştığımız o gün gelir. Heyecan içinde uzattığı elini hatırlarım, dostluğunu, ağabeyliğini...
Bu yazı tarafımca Kayıhan Güven hocamızı anmak maksadıyla çıkarılan
İstanbul Aydın Üniversitesi GÖZ Dergisi için 2021 yılı 12'nci sayısı için yazılmış ve basılmıştır.
GÖZ Dergisi ekibine tekrar teşekkür ederim.
Comments