Ana-Baba Kaseti
- Bahar Bozkurt Şar
- 7 Eyl
- 4 dakikada okunur
Bir dönem çalıştığım bir firmada, üstatlarımızdan biri şöyle demişti: Başlangıçlarda, yeni fırsatlarda yapmanız gereken ilk şey, “Ana-Baba Kaseti”nden sıyrılmak ve gerekirse o kaseti ve beynimize işlenip hayatlarımıza yön veren düşünceleri, sözleri, olmadı abuklamaları imha etmek.
Yazı: Bahar Bozkurt Şar
Kaçımız bunu yapabildik ve sürdürebiliyoruz?
Bireyin özgüvenini sarsan her söz, her kıyaslama her zorbalama aslında karşımızdakilerin narsistik bir tavırla bizim hayatlarımızı manipüle etme amacını taşıyor, malum.
Mizacımız ve saygımız hatta sevgimizden kaynaklanan aşil topuklarımız nasırlaşmışken bizi o noktadan olmadı zihnimiz ve yüreklerimizden vurulmaya kim hazırladı?
Anne ve baba ve hatta kardeş.
Lisede okurken Horkheimer’ın “Akıl Tutulması” kitabına meyletmiştim, anlamadığım süreç ve olguları danıştığım rehberlik hocası mesela. Babama “kızınız okumadığı kitapları okuduğunu iddia ediyor dikkat çekmek istiyor” diyen kişi.
Cehaletini saklamak ve öğrencisini sindirmek için bu yolu bulmuştu. Üstelik, rehberlik öğretmenimizdi.
Tanımadığı, bilmediği bendenizin gözlerini kocaman bir kütüphaneye; Rus, Fransız, İngiliz Edebiyatı’ndan seçmelere açtığını akıl edemeyecek, rüyasında görse hayra yormayacak türden biriydi.
Diğer yanda da edebiyat öğretmenimiz Bayram Eraslan vardı.
“Bataklıkta açan sarıçiçek” diyecek kadar incelikli ve yazıya, sosyalleşmeye meylimi en iyi anlayan insan O oldu. Hem de çok uzun bir süre.
Bataklık… Kimilerinin eline ders kitabı bile almadığı, kimilerinin intihalli ya da abartmalı fikirler beyan ettiği bir ortamdı. Okuduğum lise böyle bir yerdi.
Cehaleti aşmak ve bilmediklerimi bilmediğimi, bununla birlikte er ya da geç öğreneceğimi çünkü azimli olduğumu fark eden kişi, edebiyat öğretmenimizdi.
Bir öğretmen ne kadar incelikli ne kadar teşvik edici olabilirse, o olabilirliğin zirvesindeydi.
Sonra hayal gücümü reddeden ve bunu şikayet konusu yapan öğretmenlere de rastladım.
Çocuklar hayal kurmalı ve bu hayalleri perçinlenmeli oysa. Değil mi? İşte bunun bilincinde olan çok az arkadaş ve öğretmenle hemhal olmuştum. Üniversiteye kadar.
Tayinlerle geçen bir çocukluk sürecinde arkamda bırakmak zorunda kaldığım ya da beni ardında bırakan – mecburen çünkü tayinler – insanlarımı tekrar bulmam yıllarımı aldı.
Kendimi ise, doğrusunu söylemek gerekirse halen arıyorum. Bu arayış aynı zamanda daha çok şey öğrenme, kapasitemi kullanma ve olup bitene sabretme gibi süreçlerle, çabalarla devam ediyor.
İnsanlar niye ve ne gibi koşullarda nelere sabreder? Aklımız hayalimiz alamaz bazen.
Liseyi hafif hasarla bitirdikten hemen sonra kazandığım Üniversiteye – İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo – TV / Sinema bölümüne kaydolduğumda Biril adında bir arkadaşım ile okulun en genç, hatta çocuk öğrencileriydik.

Özgüvenimizle insanlara yaklaşmasını bildik bir şekilde, insiyaki olarak.
Usta hocalarımızın elinde yoğrulurken geçen zaman çok şey kazandırdı, hepimize.
Çalışma hayatında, stajlar sonrası bordrolu çalışmaya başladığımızda sudan çıkmış balığa dönenlerimiz vardı. Bir de gününü sabırsızlıkla bekleyen bizler. Birkaç arkadaş…
Birbirimize özgüven aşılıyorduk, dağılan yaralı bereli yönlerimizi kedi yavruları gibi kendimiz sağaltmaya çalışıyorduk.
Ana baba kasetini gölgeleyebilmiştik, belki? Kısmen.
Anne babaların en büyük hatalarından biri kendi tecrübelerini, direktiflerini, hayallerini ve yaşam amaçlarını bizlere yüklemektir malum. Kendilerini klonlamak ister gibi klonlarına daha iyi bir hayat sürme şansı vermek gibi meyillerin altında yatansa korkunç bir narsizm ve otorite deliliği kimi zaman. Kimi zaman da ilk kez denediğim bisikletten düştüğümde bir daha yaklaşmamama neden olan özgüven zedelemeleri.
Denizde geçen bir gün, kramp yüzünde boğulayazmam da ayaklarımı basamadığım derinliklerde yüzmekten alıkoydu beni, doğal olarak.
Hep bir korku, endişe, tedirginlik, kaygı… Özetle anksiyete hali uzun yıllar peşimi bırakmadı.
Gölgeleri hep üstümüzdeydi, güneşi görmekte zorlandık belki de ışıktan yararlanamamak bizi törpüledi kimi zaman.
Yarım asır sonra geldiğim noktadan memnun muyum?
Bunca yılı bizlere yüklenen aşılanan sağlıksız, mesnetsiz düşüncelerle ve özgüven kırıklarıyla geçirdikten sonra baş edebildiğim sürdürebildiğim kadar yaşıyorum. Bundan ibaret.
Lisans ve Yüksek Lisans ardından çalışma hayatıyla çeliğe su verilmişken bizi hep çocuk ve hep sorun olarak gören ebeveynlerimizi de geride bırakma zamanı gelmişti.
Düşünce ve kabul olarak yani.
Olmadı olamadı. Kimse için ne kadar “Ben oldum” dese de içimizde zihnimizde bir yerlerde hep kıymıkları hasarları kaldı.
Kesinlikle herkes ana baba olamamalı.
Kendini o çocuğu doğurduğu için, beslediği baktığı maddi ihtiyaçlarını karşıladığı için belli belirsiz değil de sezdirmeden üstün görenlerden olmak istemedim, kendi adıma.
Şimdi ne annem ne de babam hayatta. Geride bıraktıklarından biri bizzat benim.
Oysa, hayatımı onları mutlu etmeye çalışarak geçirmekten kendimi görememiştim.
Burada haksızlık edilmiş bir birey olma duygusu ağır basıyordu, yakın zamana kadar.
Sitenin bahçesinde birer cambaz gibi bisikletle süzülen çocukları, onları izleyen ana babalarını gördükçe mutlu oluyorum. Neden mi? Bisiklete bir daha binmediğim, özlediğim derinliklere bir kez daha yüzemediğim için kimseyi suçlamamam gerektiğine karar verdim.
Hayata çekinik gelmiştim, öyle devam etti. Sadece bende başlayıp bende biten şeyleri görmemi engelleyen gölgelerim vardı. Sevdiğim anam babam, saygı gösterdiğim korktuğum babam ve beni bir o kadar daha seven annem.
Halen yaşıyor olsalardı bile, annemin bir arkadaşının zannettiği üzere aramızdaki hesap kapanmayabilirdi.
Çünkü kendi yolunu çizmişken önüme çıkan en büyük engeller annemi ve babamı üzmeme duygusu ile onların onayını alma eğilimiydi.
Gel zaman git zaman. Onları sonsuzluğa uğurladıktan sonra geride kalanlardan biri olarak başka gölgelere yüz vermeden, onları içsel ışığımla: bilgimle görgümle hallerimle mat ederek yaşamaya çalışıyorum. Çünkü yaşam bir mücadele. Bu mücadeleyi geç de olsa en ince kurallarına kadar kavramışken bir de baktım yarım asır geçmiş.
Siz gençler, siz anne babalar... Kimsenin, özellikle varlıklarıyla çevrelendiğiniz çocuklarınızın ve hatta diğer çocukların, ergenlerin kendilerini ayırt edebilmek ve huzurlu güleç bir yaşam kurabilmek hayallerini artık gölgelemeyin ve artık bu gölgelerden sıyrılın.
Bir gülüşümüz yetmeli ana babalarımıza, mutlu olmamızı istedikleri kadar özgür bırakabilmeliler bizi.
Bu manifesto tamamen doğaçlama bir şekilde içimden geldi.
Sürç-i lisan ettiysem affola.
Esenlikte olalım.
Öğrencim olduğun için seninle gurur duyuyorum sevgili Bahar. "Ağaç yaşken eğilir" sözünün başarılı bir örneğisin.Yolun açık ve aydınlık olsun.