top of page

Küba'nın Kaderi Dünyanın Kaderi mi?


“Latin Amerika seyahatimde, açlık, yoksulluk, hasta çocuklar gördüm… Bunun üzerine, Latin Amerika’nın sömürülmekten kurtulması için devrim mücadelesine başladım” diyor Che, “Motosiklet Günlükleri” kitabında...


Yazı ve Fotoğraflar: F. Tülây Parlak

 

Ve herkesin bildiği üzere Güney Amerika ülkesi olan Bolivya’da CIA tarafından henüz 39 yaşında elleri kesilerek işkenceyle öldürülüyor. Kendisine Che Guevara’yı infaz etme görevi verilen Bolivyalı asker Terán ise, o günü, “Hayatımın en kötü günüydü” diyerek anlatıyor.

Küba denilince akla gelen ilk figürdür Che. Ve Küba onun söylediği gibi Latin Amerika sömürüsünün de bir simgesidir.




İnsanın kaderini belirleyen yalnızca doğduğu yer midir yoksa bunun yanı sıra insanın fıtratında olan, hep daha fazlasını arzulama ve güç sahibi olmak isteği midir?

Küba, 15. yüzyılda keşfedildiğinden bu yana önce İspanyollar ve sonra Amerikalıların sömürgesini yaşamış bir coğrafya. Okyanus sularının çekilmesiyle mercan resiflerinin gübre işlevi görmesi ve bölgenin yüksek oksijeniyle birleşmesi sonucu çok verimli topraklara sahip olan Küba neredeyse sömürü tarihinin de bir simgesi...



Kâşifler buraya ilk kez ayak bastığında bölgede, internet ortamında, Wikipedia’da aradığınızda da “...denizcilikle uğraşmış Amerika yerlisi halk” olarak karşınıza çıkacak olan Taino yerlileri bulunmaktaydı. Ve Taino yerlilerinin kaderi de koloni döneminde dünyanın diğer maddi açıdan zayıf olan ırklarının başına gelenden pek farklı değildi. Nasıl ki insan hakları bakımından gelişmiş olarak kabul edilen İskandinav ülkeleri tarafından bir hastalık neticesinde balıkçılık yapacak insan gücü kalmayınca ekonomik şartlar vaadi ile Sami ırkı yıllar içinde asimile edilmişse, aynı kader, Güney Amerika’da Taino yerlilerinin de başına gelmişti. Yüzyıllar öncesinde kâşiflerin ayak basmasıyla birlikte toprakları ellerinden alınmış olan Taino yerlilerinin salgın hastalıkların da etkisiyle birlikte nüfusunun %95’i yok olmuştu. Zaman içinde İspanyol sömürüsü altında tamamına yakını yok olunca da ortaya çıkan iş gücü boşluğu, Afrika’dan getirilen kölelerle giderilmeye başlanmıştı.



İşte tarihin bu akışı içinde sömürü düzenine ayak direyen bir gazeteci ortaya çıkar. Bu yeni bir sürecin başlangıcı olur. Zirâ, O’nun öldürülmesiyle birlikte işler değişir. “Özgürlüklerin” yanında yer alan ABD, İspanya’nın sömürüsüne dur der ve Kübalıların yanında yer almaya zemin hazırlamak için de bir gemi patlatma olayı organize eder. Tabii ki “görünmez bir el” marifetiyle... Ve İspanya, ABD’ye karşı savaşı göze alamadığından bükemediği eli öperek sahneyi onlara bırakır. ABD ise, ülkede “diktatörlük” (!) hüküm sürmesin diyerek yeni başkanın seçilmesini itinayla sağlar.


“Görünmez bir el” marifetiyle gerçekleşen seçimler hayırlara vesile olur mu sizce?


ABD, kendi ekonomik çıkarları için gereğini yapar, Amerikan arabalarıyla gelip ülkede halkı kullanarak çalıştırır, turizm için büyük oteller ve yazlık olarak kullanmak için evler inşâ edilmesini sağlar. Arka bahçesi gibi dilediği politikaları uygular. Bazen bu girişimlere Fransızlar da eşlik eder. İşte bu gelişmelerin olduğu bir dönemde, Fidel Castro sahneye çıkar. Sözde halkın iyiliğine olan bu gidişatın, bir sömürü olduğunu gören Castro mücadelesinin başındayken tutuklanır, sürgüne gönderilir. Sürgün zamanında Castro’nun, Latin Amerika seyahati neticesinde kıtayı sömürüden kurtarma fikri oluşan Che ile tanışmasıyla, Küba’nın kaderi köklü bir değişim sürecine girer.

Küba’da, 1959 yılına girerken, yeni yılın gecesinde devrim gerçekleşir. Amerikalılar “go home Yanki” denilerek sınır dışı edilirken, evlerine, arabalarına kısacası mallarına el konulur ve halka dağıtılır.



Artık ülkeye sosyalizm gelmiştir ve halka sömürüden uzak, eşit ve âdil bir yaşam vaat edilmektedir. Bağımsızlık kazanılmıştır. Che’nin 39 yaşında öldürülmesinden sonra da yıllarca sosyalizmle yönetilen bir ülke olan Küba, Amerikan ambargosuna rağmen asla yılmayarak sosyalizmle yönetilmeye devam eder. Sovyetler Birliği’nin 1991 yılından dağılmasından sonra bile …


Peki, halk mutlu mudur? Hakikaten sömürü bitmiş midir?


Hayır... Öyle görünmektedir ki bugünün Küba’sı sömürünün kılık değiştirilmiş bir hâlini yaşıyor… Çünkü, herkese eşit maaş, eşit olanaklar teklif eden devlet sömürülmemek gerekçesiyle dış yatırımlar için devletle veya Kübalı bir şirketle ortak olmayı veya Kübalı bir vatandaşı yetkili kılmayı zorunlu hâle getirse de bugünkü Küba’nın, Che’nin 23 yaşında yaptığı seyahatinde anlattığı Küba’dan hiçbir farkı yok maalesef...

Devletin herkese eşit olarak verdiğini iddia ettiği maaşın (40-45 Euro, doktorlar 50 Euro civarı) ve karneye bağlanarak verilen gıdaların yetmemesinden dolayı, her yaştan Küba vatandaşı, ek gelir yaratmak için Amerikan arabalarıyla turist gezdiriyor, evlerindeki bir odayı turistlere kiralıyor veya turistlerden para, sabun istiyor…

Avrupa’da dilenenler, yere kapanarak para isterler. Çünkü, kültürlerinde çalışmadan para istemek ayıp bir şeydir. Küba’da ise, para istemek bir gelenek gibi. Çocuklar da bu durumu normalleştirerek büyüyorlar. Yani, üretmeden almanın normal olduğu düşüncesiyle nesilleri yetişiyor. Dört devlet televizyon kanalı olan, kendi dili dışında hiçbir kitabın satılmadığı, internet kullanımının turistler için bile son derece zor olduğu bir ülkede, Kübalıların “biz ne yaşıyoruz?” sorusunu sormalarını sağlayabilecek tek şey ise yine turistler… Bunun için de yabancı dil gerektiği âşikar. Fakat otellerde dahi İngilizce bilen birine rastlamak son derece zor…

Bunu en iyi anlayanlar belki de garsonlar. Çünkü, turistin, sadece bir tabak yemek için verdiği para, maaşlarının neredeyse altıda biri... Bu örnekleri görünce ve devrim zamanı Miami’ye kaçan akrabalarından haberler aldıkça, ellerindeki cep telefonlarını dahi ABD’deki akrabalarından edindikçe düşünmeden edemiyorlar. Ülkeden kaçmasınlar diye olta balıkçılığı dışında balıkçılığın dahi yasak olduğu Küba’da geçen sene Nikaragua üzerinden 300’e yakın kişi kaçmış...

Yabancı yatırım gelmediği için ülke kendi kendine yetemiyor. Sanayisi o kadar yok ki turist görünce, koşarak başlarına üşüşüp istedikleri şeylerin başında paradan daha önce gelen şey sabun…

Ülkede sık sık elektrik kesintileri yaşanıyor. Elektrik üretimi yapan Türkiye’den bir firma, ülkenin olumsuz ekonomik koşullarından dolayı bir tesis üzerinden hizmet veremiyor. Mesela, elektrik üretimini bir Türk firması bir gemi üzerinden yapıyor. Tarım açısından tropikal ülkeler kadar verimli olan topraklarına rağmen, tütün ve şeker pancarı dışında verimli hiçbir şey yetiştirilemiyor. Ülkede su var fakat şişeleyecek tesis olmadığı için suya erişim bile çok zor… Hayvancılığın akıbeti de maalesef tarımcılık gibi…




Kısacası ülke varlık içinde yokluk yaşıyor


Amerika sömürmesin diye sosyalizmle kaçan ülke vatandaşları Amerika’nın sömürdüğü ülkelerden farklı bir hayat yaşamıyor. Siyaset tarihinde, “sosyal devlet” anlayışının, liberal ekonomiye yapılan eleştirileri susturmak için ortaya atıldığı söylenir. Ancak, Küba’daki sosyalizmi kitaplarda okumak yerine, coğrafyasında görünce, sosyal devletin uygulandığı ABD ve Avrupa ülkelerinde kendi vatandaşlarına yaşattıkları kaderle, Küba ve benzeri ülkelerin vatandaşına yaşattığı kaderin aynı olmadığına şahit olunca; sömürüye karşı tek yolun, sosyalist devrim değil, sosyal devlet ilkesi olduğu sonucuna varıyor insan… Öyle görünüyor ki, uygulanan ekonomi politiği ne olursa olsun, Küba’da sömürünün kılık değiştirmiş bir haliyle insanlar aynı kaderi yaşamaya terk edilmiş...

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page